İster binlerce dolarlık saatler takan bir koleksiyoner, ister sadece zamanı okumak için koluna saat takan ve yüz dolardan fazla para harcamayan biri olun, yolunuz bir yerde mutlaka Casio G-Shock ile kesişmiş ve koleksiyonunuza dahil olmuştur. Peki onu bu kadar popüler ve efsane yapan özellikleri nedir? Quartz (pilli) mekanizmaya sahip bir saat, nasıl oldu da her koleksiyonda kendine bir yer edinebildi. Bunu anlamak için hikâyeye en başından bakmak gerekir.

70’li yıllar, Quartz krizi sektörü vurmuş ve horoloji dünyasında yeni adımlar atılmasını yavaşlatmıştı. Casio o dönemlerde hesap makinalarıyla tanınan bir Japon markası olmasına rağmen saat sektörüne de giriş yapmayı planlıyordu. Bu düşünce ile Casio 1974’te ilk saat modeli Casiotron ile piyasaya çıktı.

Zamanı ölçmenin en önemli unsuru nedir? Saatler, saniyelerin toplamından oluşan zamanın kaydını tutar, bu Casiotron'a ilham veren fikirdi. Bu çığır açan saatle Casio, hesap makinelerinde kullanılan orijinal LSI teknolojilerini saat pazarına taşıdı. Tam otomatik kol saati konseptini temel alan Casiotron, yalnızca saatleri, dakikaları ve saniyeleri göstermekle kalmıyor, aynı zamanda doğru ayı, tarihi ve günü de gösteriyordu. Ayrıca uzun ve kısa aylara göre otomatik olarak ayarlama yapıyordu. Bu otomatik takvim işlevi, dijital bir saat için dünyada bir ilkti ve o zamandan bu yana üretilen her Casio saat için örnek teşkil ederken aynı zamanda üstün pratiklik arayışı ilkesinin temellerini oluşturdu.

Casiotron'un (QW02-10 serisi) fiyatı 58.000 yen idi. Bu, 1974 yılında Japonya'da üniversiteden yeni mezun olmuş bir çalışanın yaklaşık bir aylık maaşına denk geliyordu. Dijital saatleri lüks bir ürün olarak sunmak Casio'nun bir başka yeniliğiydi. Herkesin kişisel beğenisine hitap edebilecek geniş bir model yelpazesi (yuvarlak, kare, ince, 18 ayar altın kaplamalı model vs.) mevcuttu. Sonraki Casiotron modellerinde yapılan iyileştirmeler arasında yedi yıllık pil ömrü de yer aldı.

Casio istediğini almıştı, artık çıtayı bir yukarıya taşıma zamanıydı. O dönemde kaliteli saatlerin aynı zamanda narin ve kırılgan olduğu yönünde bir görüş hakimdi, Casio asla kırılmayacak bir saat yapmaya çalışarak bu görüşe meydan okumaya karar verdi. 1981 yılında Casio bünyesindeki mühendislere “dünyanın en dayanıklı saatini” tasarlama görevini verdi. Ekibin başına Kikuo İbe’yi getirildi. Ekibin amacı 10 üçlemesi dedikleri bir mantıkla saat üretmekti.10 üçlemesi, saat 10 metreden yere düşse de kırılmayacak, 10 ATM su basıncına dayanacak ve en az 10 yıllık pil ömrüne sahip olacaktı. O yıllar için devrim niteliğinde bir hedefti. Ekip 2 yılda 200’den fazla prototip üretti ancak başarılı olamadılar. Su geçirmezlik ve pil ömrünü başarabilmişlerdi ama kırılmazlık sorunuyla bir türlü başa çıkamıyorlardı. Ibe'nin vizyonu tüm geleneksel bilgiye meydan okuduğundan dolayı fikrini hayata geçirmek için en baştan başlaması gerekiyordu. İlk varsayımı, saatin tamamının yumuşak ve esnek bir malzemeyle kaplanması gerektiğiydi. Ancak düşme testi bu varsayımı haksız çıkardı. Dış yüzeye uygulanan hiçbir darbe emici kauçuk kırılmayı önlemedi. Üstelik, daha fazla tampon kullanmak, saatin boyutunun sürekli olarak artması anlamına geliyordu. Bir noktada softbol büyüklüğünde bir test modeline kadar gelindi!

Sonunda Ibe, saatin temel bileşenlerini korumak için beş tampon malzemesiyle tasarlanmış beş aşamalı bir darbe emici yapı tasarlayarak boyut sorununu çözmeyi başardı. Ancak sorun, elektronik bileşenlerden yalnızca birinin düşme testinde kırılması oldu. Adeta kısır bir döngü başlamıştı. Kırılan bileşeni güçlendirmek başka bir bileşenin kırılmasına neden oluyordu. Üçüncü kattaki tuvalet penceresinden 10 metre aşağıdaki zemine geliştirilmiş bileşenlere sahip bir prototip fırlatıyordu (G-Shock yani Gravity – Shock isminin nereden geldiğini sanırım anladınız), kırılan bileşenleri analiz ediyor ve bu bileşenlerin gücünü artırıyordu ardından deneyi bir kez daha tekrarlıyordu. Bu deneme ve yanılma hiç bitmeyecekmiş gibi gelen günler boyunca sürdü. Geliştirme süreci yavaşlamış gibi görünüyordu. Kendisini zorlu bir durumda bulan Ibe, büyük bir karar aldı. Son bir inatçı kararlılık gösterisinde, uyandığı her saati araştırmaya ayırmak için kendisine bir hafta daha süre verdi. Elinden gelenin en iyisini yaptı ancak haftanın son günü geldi ve yine de çabaları sonuç vermedi. Pazar günü Ibe ofise yakın bir parka gitti ve bazı çocukların kauçuk bir topla oynadıklarını gördü.

Bu manzara onu büyüledi ve aklına inanılmaz bir fikir geldi, kauçuk bir top içinde yüzen bir saat en büyük darbelere karşı bile dayanıklı olabilirdi. Bu çığır açan keşif, G-Shock’ un benzersiz yapısının anahtarıydı.

İlk G-SHOCK olan DW-5000C ilk kez 1983 yılında satışa sunuldu. Büyük ve sağlam şekli sayesinde saat, zamanının bir adım önündeydi, yine de ilk kez satışa sunulduğunda satışlar pek iyi gitmedi. Kuzey Amerika'daki bir televizyon programında saatin kullanışlılığı kanıtlandıktan sonra G-Shock, dünya çapında hızla parlayan bir yıldız haline geldi, bunun yanı sıra, 90'lardaki genç kaykay ve sörf severler G-Shock'u dayanıklılığından ve tarzından dolayı çok sevdi. Aynı dönem birçok Hollywood filminde ve dünya yıldızı ünlünün kolunda G-Shock saatleri görülmeye başlandı, böylelikle tüm dünyada G-Shock dalgası hızlıca yayıldı.

Bugün yaklaşık olarak toplamda 120 milyondan fazla G-Shock satıldığı biliniyor, neredeyse yok edilemez dayanıklılığı, her koşulda sonsuz güven vermesi, bütün bunlara rağmen uygun fiyatı onu vaz geçilmez kıldı. Ancak G-Shock’un benim için en büyük farklılığı tüm bu özelliklerini erkek, kadın, yaşlı, genç, sporcu, asker ya da iş adamı fark etmeksizin herkesin arzusu ve ihtiyacına göre bir modelle karşılayabilmiş olmasıdır. Temel dinamikleri sabit olmak kaydıyla şimdiye kadar yüzlerce farklı G-Shock modeli yaratıldı ve yaratılmaya da devam ediyor. Anlaşılan daha uzun yıllar bu yok edilemez efsane adından söz ettirmeye devam edecek.