Bu ayki yazıma nasıl başlayacağımı, ya da duygularımı nasıl yazıya dökeceğimi inanın çok düşündüm. Kızgınlık, dehşet, üzüntü, çaresizlik ve daha birçok hissi içinde barındıran bir eylül ayını geride bıraktık. Bitmeyen kadın cinayetleri, masum bir çocuğun katli, gencecik bir kadın polisimizin şehit edilmesi ve daha birçok olay.
Ne yazık ki ülke olarak bir cinnet sarmalının içine batmış durumdayız, ne kadar çıkmak için çırpınsak o kadar dibe gidiyoruz. Yine gencecik iki fidan bir katilin kurbanı oldu. İkbal Uzuner ve Ayşenur Halil yarım saat arayla katledildiler. Bu kadın cinayetleri ne ilk ne de son olacak, ancak asıl korkunç olan ülkece bu olayların sıradanlaşmaya başlaması. Eğer bu olayın işleniş şekli bu derece vahşi olmasaydı gerçekten de haberlere bu şekilde yansıyacak mıydı? Cevap ne yazık ki, hayır.
Sadece eylül ayında 34 kadın erkekler tarafından öldürüldü, ayrıca 20 şüpheli kadın cesedi bulundu. Son beş yılda işlenen kadın cinayet rakamları tam iki kat artmış durumda.
Katillerin büyük çoğunluğu kadınların en yakınları, baba, kardeş, koca ya da sevgili.
İnsanlar nasıl oluyor da en yakınındaki kişileri bu kadar rahat öldürebiliyor, bir anlık öfke, kızgınlık, ya da cinnet mi?
Acaba biz erkeklerin kadınlara verdiğimiz değerden olabilir mi? Daha çocuk yaşta gelen ayrımlar ve erkek çocuklara verilen ayrıcalıklar, büyüdükçe kız çocuklarına güya koruma maksatlı yapılan baskı ve zulümler. Hadi kabul edelim, ülkemizin büyük bir bölümünde kadınlar hala ikinci sınıf insan olarak görülüyor. Ülkece muasır medeniyetler seviyesine ulaşmaya çalışıyor gibi görünsek de kız çocuklarını hâlâ okutmak istemeyen aileler, okul çağındaki küçücük kızlarını evlendirenler, eşlerini ya da sevgililerini dövenler, erkektir ne yapsa hakkıdır zihniyetiyle büyüyen çocukların ülkesiyiz.
Kızlarımız bizzat kendi ailelerinden o kadar baskı ve şiddet görüyorlar ki önlerine çıkan ve biraz ilgi gösteren ilk erkekle hayatlarını birleştirme kararı alıyorlar, ardından gelen koca şiddeti veya psikolojik baskıların sonucunda gelen boşanma süreci.
Peki ekonomik gücü olmayan kadınlar, onlar için hayat çok daha zor, tüm bu şiddet ve baskı zulmüne katlanmak zorunda bırakılıyorlar, boşansa baba evine dönmek bir çare olmuyor, bekâr bir kadın olarak zaten taciz ve baskı altında.
Çalışma hayatlarında da rahat edemiyorlar, birçok kadın kendi denkleri olan erkekler ile aynı maaşı alamıyor, hak ettikleri terfi için patron ya da amirlerinin aleni tacizleri ile mücadele ediyorlar.
Peki bu hep böyle devam mı edecek?
Kadınların yaşadığı bu zorlukların üstesinden gelmek için yalnızca bireysel çabalar yetmiyor, toplumsal bir dönüşüm şart. Kadın cinayetleri, aile içi şiddet ve cinsiyet eşitsizliği, sadece kadınları değil, toplumun tamamını etkileyen ciddi bir sorun. Bu nedenle, hükümetin ve sivil toplum kuruluşlarının bu konularda aktif rol alması gerekiyor.
Bir şeyler değişecekse bu en baştan başlanmalı, eğitim toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamanın en etkili yollarından biridir. Kız çocuklarının eğitimine yapılan yatırımlar, onların gelecekteki fırsatlarını artırır ve toplumsal normların değişimine katkıda bulunur. Ailelerdeki eğitim farkındalığı artırılmalı; kız çocuklarının eğitimi, toplumda bir öncelik haline getirilmelidir. Ayrıca, erkek çocuklara da cinsiyet eşitliği, empati ve saygı gibi değerler aşılanmalıdır.
Diğer bir önemli konu hukuki düzenlemeler olmalı, kadınların haklarını korumak için etkili hukuki düzenlemelerin uygulanması şart.
Bu topraklarda imzalanan İstanbul Sözleşmesine acilen geri dönülmelidir, bu sözleşmeden çıkmak, toplumun bir kısmının gözünde kadınlara karşı bir zafer olarak algılandı. Bazı erkeklerin ne yaparlarsa yapsınlar dokunulmaz olduklarına dair inançları arttı.
Ayrıca mevcut yasaların etkin bir şekilde uygulanması ve kadınları koruyan yeni yasaların hayata geçirilmesi, kadın cinayetlerinin önlenmesine yardımcı olabilir. Mahkemelerde, kadınların şiddet mağduru oldukları durumlarda daha duyarlı ve hızlı çözümler üretilmesi önemlidir.
Son olarak, kadınların maruz kaldığı şiddet ve ayrımcılıkla baş edebilmesi için toplumsal destek mekanizmalarının güçlendirilmesi gerekmektedir. Sığınma evleri, psikolojik destek hizmetleri ve sosyal yardımlar, mağdurlara ulaşabilmeli ve onlara güvenli bir ortam sunmalıdır. Bu mekanizmaların toplumda daha görünür hale getirilmesi, kadınların destek almasını kolaylaştıracaktır.
Huzur dolu bir ekim ayı ümidiyle.