Bu ay aslında aklımda yazmak istediğim birkaç farklı konu vardı, ancak Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasıyla sonlanan süreç bütün ülkeyi kapladığı için bu konu hakkında düşüncelerimi siz kıymetli okurlarım ile paylaşma ihtiyacı gördüm.

Öncelikle, birçok insan gibi benim de kendimce bir siyasi görüşüm ve duruşum var, ancak bir gazeteci olarak yazmaya başladığım an olaylara tarafsız bakmayı yıllar önce kendime düstur edindim. Bunu yazmamın sebebi, bu yazımı okuyan her iki cenahta büyük ihtimalle üstüme yüklenecek ve beni diğer tarafın adamı olmakla suçlayacaklarını bildiğim için baştan set koymak istedim.

ADAY SEÇİMİNDEN BAŞLAYALIM

Bizim ülkede bize en çok zarar verenler her zaman bize en yakın olan ya da bizimle aynı yolda yürüyenlerdir. Bu konuda AK Parti lider durumda diyebiliriz, ancak son zamanlarda CHP de arayı hızlıca kapatıyor. Daha normal süreçte seçimlere en az iki sene varken CHP, doğru düzgün bir erken seçim planlaması yapmadan bir anda Ekrem İmamoğlu’na yol verdi. Meydanlarda kollarını kıvıran Ekrem İmamoğlu, İBB başkanlığı hariç her işle ilgilendi sağ olsun. Bu da yetmedi, üyeleri arasında şimdiden bir Cumhurbaşkanı adayı belirlemek maksadıyla seçime gitme kararı aldı. Mansur Yavaş, üstüne oynanan bu oyunu görüp "Ben seçime girmiyorum" diye rest çekince, tek kişilik komik bir seçim oyununa devam ettiler. CHP, elindeki en güçlü adayı kendilerine küstürmek ve bir Ekrem-Mansur kavgası çıkarmak için elinden ne geldiyse ardına koymadı. Allahtan Mansur Yavaş yılların olgunluğu ile ne zıtlaştı ne duruşunu değiştirdi.

DİPLOMA – Sİ

Daha önce de ara ara Ekrem İmamoğlu’nun diploması hakkında laflar dolanıyordu, ancak bu sefer Cumhurbaşkanı adaylığı ciddiyet kazanınca olayın üstüne gidildi. Baştan söyleyeyim, diploma sahte falan değil, zaten itirazda buna değil. Ekrem İmamoğlu, Girne Amerikan Üniversitesi’nden 1990 yılında İstanbul Üniversitesi İngilizce İşletme Bölümüne yatay geçiş yapmış ve 1994 yılında mezun olmuştur. Burada kafaları karıştıran durum, o yıllarda Girne Üniversitesi’nin denkliği olmamasına rağmen nasıl olup da geçiş yapılabildiğiydi. Elbette o dönemde özel bir hak tanındığı ve bu sayede sadece Ekrem Bey’in değil, birçok öğrencinin geçiş yaptığı bir gerçek. Ancak dedim ya, bize en çok zarar veren hep bizimle aynı yolda yürüyenler ya da öyle gözükenlerdir. Tam diploma olayı çözüme kavuştu derken bir anda İstanbul Üniversitesi, tahminimce "Aman bu iş benim üstümden hızlıca bir gitsin" diyerek Ekrem İmamoğlu’nun diplomasını iptal etti. Elbette ortalık ayağa kalktı, bunun bir siyasi hamle olduğu ülkenin yarısınca hemen kabul edildi. Diğer yarısı ise zaten diploması sahteydi düşüncesindeydi.

Şimdi gelelim gerçeklere. Öncelikle diploma var ve gerçek. Ayrıca ülkemizin kanunlarına göre ancak belgeyi veren kurum belgeyi iptal edebilir, yani diplomanın iptalini ancak İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi yapabilir. Oysaki İstanbul Üniversitesi rektörlük bazında bir kurul bu karar aldı, bu da en basit anlamıyla usul dışı ve geçersizdir. Zaten akabinde yaptıklarını fark edip, geçiş sırasında gayri hukuki işlemler vardı ya getirdiler ancak ok yaydan çıktı bir kere, geçmiş olsun. Ancak bir de şöyle bir gerçek var, yatay geçiş için bazı şartlar arandığı bir gerçek. Özellikle not ortalaması olmazsa olmaz, burada Ekrem Bey’in notlarının bunları karşılamadığı görülüyor. Buna rağmen nasıl olup da İstanbul Üniversitesi bu geçişi kabul ettiğini anlamak güç. Araştırılacaksa asıl bu nokta araştırılmalı. Ekrem Bey ile beraber 27 öğrenci daha bir anda diplomalarından oldular. Bunlardan biri de Galatasaray Üniversitesi İşletme Bölümü Başkanı Prof. Dr. Naciye Aylin Ataay Saybaşlı. Şimdi herkes hocanın yıllar içinde yetiştirip mezun ettiği öğrencilerin diplomalarının ne olacağını konuşuyor. İşte sonunu düşünmeden siyasi kafayla iş yapılırsa, sonuç her zaman kaos olur. Benim düşüncem çok nettir: Eğer geçiş sırasında bir hata varsa, tekrar ediyorum, hata o zaman kimse kusura bakmasın, bu kişileri değil kurumu bağlar ve verilen hak geri alınamaz. Yok, eğer geçiş için gayri hukuki işlere başvurulduysa, o zaman kimsenin gözünün yaşına bakılmaz.

ASIL TEHLİKE

Diploma olayının dumanı daha tüterken bir anda Ekrem İmamoğlu hakkında terör ve yolsuzluk soruşturmaları açıldı. Elbette ülkece hızlıca ikiye bölündük. Yarısı bu siyasi bir hareket diyerek isyan etti ve akabinde sokak eylemlerine başladı, diğer yarısı ise zaten biliyorduk, "Oh, iyi oldu" moduna geçti. Bence ülkece asıl tehlike bu. Artık her konuda bölünüyoruz ve bu bölünme ya benimle aynı düşüneceksin ya da karşı taraftasın, yani düşmansın bakış açısı. Kimse artık karşılıklı konuşamıyor. Eğer karşı taraftan farklı düşünüyorsanız topluca linçleniyorsunuz. İlk başta yazdığımı tekrar yazıyorum, kimse kusura bakmasın, ancak şu anki bu bölünmenin aslan payı AK Parti’ye aittir. Yıllarca insanları ya benimlesin ya düşman diye kodladılar. Karşıt görüşe olan toplumu iyice köşeye sıkıştırarak patlama noktasına getirdiler. Bunu Gezi olaylarında ve şimdi benim ikinci Gezi dediğim sokak olaylarında görebilirsiniz. Ancak AK Parti’yi bu hale getiren güç de daha önceki dönemlerde seküler halk ve yöneticilerin muhafazakâr düşünceye sahip insanlara uyguladıkları baskılardı. Başörtüsü yüzünden üniversiteye alınmayan kızlar bu olayların en başında gelir. Biriken baskı AK Parti’yi doğurdu. Sonuçta güç el değiştirdi, aynı baskı ve zulümler artık muhafazakâr cepheden seküler halka uygulanıyor. Gezi Parkı sadece 3-5 ağaç için değildi, diye çok duymuşsunuzdur. Hayır, aslında 3-5 ağaç için yapılan masum bir protestoydu, ancak orada bulunan gençlere yapılan çok gereksiz şiddet ve olaylar bir anda basınç altında duran duyguları ortaya çıkardı. Bugün sahada gözüken olaylara bakınca aynı şeyi görmek mümkün.

SOKAKLAR

Öncelikle başta söyleyeyim, sokağa çıkmak anayasanın bizlere tanıdığı bir haktır. Önceden izin almadan düşüncelerinizi söyleyebilir ve eylem yapabilirsiniz, nokta. Problem şurada, her iki cephede özellikle kanı deli akan gençleri sahaya indirmeye çalışıyor. Her iki partide, ikinci bir Gezi olayının patlamasını dört gözle beklemekte. Böylelikle CHP, "Bak halk benim yanımda, artık ben güçlüyüm" derken, AK Parti ekonomik sebepler yüzünden partisine küskün seçmenine, "Bak biz gidersek başına neler gelecek" diyerek kaybettiği tabanı yeniden kazanmak derdinde.

Bu gruplaşmanın en belirgin hali CHP başkan adayı seçiminde görüldü. Normal zamanda sadece üyelere açık olacak seçim, belki de maksimum 500.000 katılım alacakken bir anda 15 milyon gibi rakamla gövde gösterisine döndü.

SON OLARAK

Artık net olarak söyleyebilirim ki, ülkemizde ne ideolojik bir düşünce ne de adalete güven hiç kalmadı. CHP safında yer alan ve tepkisini dile getiren kitle, Ekrem İmamoğlu’nun gerçekten suçlu mu ya da masum mu olduğuyla zerre ilgilenmiyor. Kimle konuştumsa, önüne net deliller konsa da inanmayacak kadar fanatik ya da "Neyse ne" şu anki yönetimden kötü olamaz düşüncesinde. Kazara her iki taraftan uzak durup üçüncü bir yol aramaya çalışanlar anında bu ortamda hain ve diğer tarafın adamı diye yok ediliyor ki, bunu son seçimlerde İYİ Parti’nin 3. yol çıkışı sonucu başına gelenlerden net olarak gördük.

CHP’de, AK Parti’de seçime o kadar bilenmiş durumda ki, mevcut seçim sisteminde kritik bir oya sahip olan DEM Parti’yi yanına almak için çıldırmış durumda. Hele hele Cumhur İttifakı’nın bileşeni MHP’nin Apo çıkışı ayrı bir yazı konusu olacak kadar uzun bir hikâye. CHP ise Ekrem İmamoğlu ile Diyarbakır’a gidip Amedspor kaşkolüyle Kürtçe Nevruz kutlarken, sonrasında İzmir’de şehit ailesi ile iftar açıyor. Mansur Yavaş’ın Nevruz kutlamalarında açılan PKK bayraklarına paçavra demesine ise genel başkanları Özgür Özel’in kameralar karşısında kem küm edip, neredeyse özür dileyemediği kaldı. Bir millet lafı dillerinde ama hangi millet belli değil.

Bu işin sonu hayra alamet değil, acilen ülkenin kuruluş ayarlarına dönmesi gerekiyor. Bunu için öncelikle CHP’nin Atatürk’ün partisi olduğunu hatırlaması gerek.