Son yıllarda ülkemizde giderek artan ve etkisini her geçen gün daha fazla hissettiğimiz bir durum haline gelen kutuplaşma, en son MMU (Milli Muharip Uçağı) KAAN ile bir kez daha kendini gösterdi.

Ülkenin yarısı KAAN’ın ilk deneme uçuşunu büyük bir coşkuyla kutlarken , diğer kısmı kâğıttan bir uçak uçmuşçasına küçümsedi. İşin acı kısmı ise, her iki tarafında aslında uçakla ilgilenmiyor oluşu; konu tamamen siyasi tarafların birbirine yüklenmesi için yeni bir bahane olması. Hükümeti destekleyen kısım bunun çok büyük bir hamle olduğunu, bu sayede dünyaya kafa tutacağımızı anlatıyor.  Televizyon kanallarında çubuklu uzmanlar KAAN için daha şimdiden F35 ‘den üstün bir uçak olacağını belirtiyorlar. Muhalif kanatsa KAAN için aslında yerli ve milli bir uçak olmadığını, motorlarının bile ABD malı ve F16 motorları olduğu ( 4. Nesil motor ) tüm silah ve teknolojik yapısının yabancı olduğunu, bunun sadece bir seçim gösterisi olduğunu kendi yayın organlarından seyircilerine aktarıyorlar. Her iki tarafta saflarını sıkılaştırmak için milli bir askeri proje üzerine kutuplaştırma yarışına girdi.

Gelin işin doğrusunu konuşalım. MMU KAAN 5. Nesil savaş uçağı projemiz ülkemiz adına mutluluk verici bir proje ancak şu an daha proje aşamasında, ilk uçuş sonrası bile uçağın görünüşü dahil tüm sistemleri değişebilir. Hava kuvvetlerimize katılması en az 15 seneyi bulacak bir proje, ama bu onun önemini küçültmez, Türk mühendislerin gece gündüz çalışarak geldiği şu anki hali bile büyük yol kat edildiğini gösteriyor. Bu kadar büyük çaplı bir projenin zaten kısa sürede tamamlanması imkânsız. F35 bile dünyanın en büyük hava gücü ve deneyimine sahip ABD’de ilk uçuşundan 10 sene sonra hizmete girebildi.

En büyük merak konusu ise motorlar, ilk uçuşta da kullanılan ve şu an elimizde 10 adet bulunan General Electirc firmasının geliştirdiği F110 motorları kullanılacak. KANN çift motorlu olacağı için bu ilk beş modelde bu motorların kullanılacağı anlamına geliyor. Daha sonrası için yerli motor çalışması şimdiden yol kat etmiş durumda, TEI firması yerli jet motoru için 10 senelik bir hedef koyduğunu belirtti.

Elbette bu tarz projelerde süre her zaman değişkenlik gösterebilir ama bittiğinde ülkemizin hava kuvvetleri ve bölgesel stratejik güç dengesini kökten değiştireceği bir gerçek.

Yazının başında bahsettiğim gibi işin sıkıntılı kısmı mevcut hükümet bu tarz projeleri bir seçim malzemesine dönüştürüyor ve gerçeklikten uzak anlatımlarla saflarını milliyetçilik duygusu üzerinden sıklaştırmaya çalışıyor. Geçen seneki seçimin projesi TCG Anadolu gemisiydi, aynı şekilde insanlara geminin bir uçak gemisi olduğu ve Akdeniz’de tüm oyun planlarını değiştirecek bir güç olacağı yönünde algı oluşturuldu. Hatta birçok limanda halka açılarak, gemiye geziler düzenlendi. İşin gerçeği TCG Anadolu vaktinden erken donanmaya katıldı. Kendisi bir amfibi çıkarma gemisi, bu yüzden onu koruyacak hava savunma firkateynlerine ihtiyacı var, hali hazırda TF-2000’ler bu amaçla üretilecek. Ancak en yakın 2030 yılında donanmaya katılmaları bekleniyor. Evet TF-2000’lerle beraber Akdeniz’de büyük bir güç olacağımız kesin ama şu an için TCG Anadolu tek başına etkisiz bir gemi.

Bu tarz projeler ülkemiz için hayati öneme sahip ve kim yaparsa yapsın taktir edilmesi gerek, ancak işin içine siyaset girince ne yaptığınızın pek de önemi kalmıyor. 

Son yıllarda artan siyasi kutuplaşma tehlikeli bir hal almaya başladı “ya bendensin ya da düşman” bakış açısı kendisini gösteriyor artık.

İstanbul belediye başkanlığı seçimi bu kutuplaşmanın en öne çıktığı yer, muhalif seçmen gözünde Ekrem İmamoğlu bir kurtarıcı, parlayan bir yıldız oyuncu gibi.

Genel seçimde kazanacağına son derece inanan muhalif seçmen, seçim sonrası travmasını hala atlatamadı. İstanbul büyükşehir belediye seçimi adeta bir rövanş niteliğinde ve bu yüzden aslında seçimlerinin kaynağı Ekrem İmamoğlu değil, hükümete olan karşıtlıkları belirliyor. Diğer muhalif partilerde kendi adaylarını çıkardı, ama kendi seçmenleri bile bu sefer ideoloji ya da partizanlığı bir kenara bırakıp kutuplaşmanın ve rövanşı alma isteğiyle Ekrem İmamoğlu’na sarılmış durumda. Son anket sonuçlarında Murat Kurum ve Ekrem İmamoğlu’nun kafa kafaya gitmesi de bu sebepten.

Cumhur ittifakı kanadında da durum farklı değil, 20 yıldır aldıkları tek mağlubiyet İstanbul ve Ankara belediyelerinin kaybedilmesi denebilir. Bu yüzden her iki belediyenin geri kazanılması büyük önem arz ediyor.

Seçim sonuçları nasıl gerçekleşir bilemem ama bildiğim bu işin sonunun iyi olmayacağı. İnsanlar bu şekilde kutuplaşmaya devam ederse ülkemiz için iyi bir gelecek beklemek ancak hayal olur. Kutuplaşan insan körleşir, sonuçları umursamaz, acımasız ve kindar olur ve sonunda mutlaka kaybeder.

Unutmamız gereken en önemli şey “birsek” güçlüyüz. Bunu henüz kaybetmedik, en acılı günlerde tekrar ve tekrar ortaya çıkan bir gerçek. Son büyük deprem faciasında kimse insanların dinine ya da ırkına bakmadan bir oldu. Her türlü felakette yine bir araya geliyoruz, bu DNA’mızda var. Ama siyasi kutuplaşma bize çok zarar veriyor. Türk-Kürt, Sünni-Alevi, Sağcı-Solcu diye ayrılırsak 3.000 yıldır kimsenin yapamadığını biz kendimize yapacağız.

Kutuplaşarak değil, daha kardeşçe ve konuşarak, birleşerek bir geleceğe dair umutla.