Kırgınlıklar biriktirmişim. İçim dolup taşmış. Algım kayıplara algılanmış. Sahi; neydi bu yanlış? Aklıma sığmayanlar yüreğime saklanmış. Güven değil miydi her duygunun kaynağı? Güven duygusuna sığınıp saklanmak değil miydi esas olan?
Olmuyor. Her biri boşlukta yok olup gidiyor. Aile mesela; asıl olandı. Ama değilmiş. Her koyun kendi bacağından asılmaya niyet etmiş. Desteğini esirgemediğin, senden esirgenmiş. Bu kadar kaybetmişken güven denen olguyu, şimdi nasıl bağlanılsın? Yeni bir başlangıçla ve yeni bir adımlara, uzun yollara gücün var mı? Hiç sanmıyorum.
Her kalktığında dizlerinin üzerine düşüşünü bekleyenler varken; kazanmayı nasıl beklersin ki! Asıl şaşkınlığım; kaybetmeni içten içe dileyen ama yanında gibi görünen o biricik dostlar. Ne dost ama!
Bir yerden başlaman gerekiyorsa, kesinlikle o sıfır olmalı! Sıfırdan. Hiçbir şey olmamış hiç kaybetmemiş gibi başlamak. Kaybedeceksin tabi…
Ayağa kalkmayı öğrenmek için düşmeyi bilmeye ihtiyacın var. Düş, kanasın dizlerin. O kirli kanı son damlasına kadar akıt damarlarından. Ağlaman gerekiyorsa otur çocuk gibi ağla. Sil sonra gözyaşlarını elinin tersiyle. Çünkü artık seni gözlerinle ağlatanların yürekleriyle ağlama zamanı gelmiştir.
Kader zamanı diye bir şey var. O başladığında, her şey durur. Dursun da sıra sende çünkü, bir bedel ödenecekse o bedeli ödeme sırasını artık hakkedene devretmişsindir. Çünkü, vakit söylenip ağlanmak için değil çalışmak ve en iyisi olmak için ilerliyor.
Bir resim çiz, bir kitap oku, bir şarkı söyle! Hadi kalk ve dans et her bir hamlende, sana ait olmayan bir parça düşecek. Ruhundan, kalbinden belki de bedeninden.
Yapılacaklar listeni yenile. Daha zor hayaller ekle. Gülsünler. Ağız dolusu gülsünler. Erdal Demirkıran ne diyordu; “İnsanlar hayallerinize gülmüyorsa, hayalleriniz yeteri kadar büyük değildir.” İzin verin gülsünler.
Bırakın insanları, ne halleri varsa görmekle meşgul olsunlar.