Sevgili Anne Çocuk Dergisi Okuyucuları,
,

Fırtınanın ortasından hepinize merhaba. Evet hepimiz aynı fırtınaya yakalandık. Zengin, fakir, doğu, batı ayırmadan tüm dünyayı kanatlarının altına alan, kasıp kavuran fırtınaya. Fırtınamız aynıydı aynı olmasına ama hiçbirimiz aynı gemide değildik. Kimimizin gemisi sağlamdı, kimimizin gemisi su aldı, kimimizin gemisi battı. Kimimiz işşiz, aşsız kaldı. Kiminizin hastalıkla, kayıplarla acıdı yüreği.
İlk kez duraklamak zorunda kalanlar kendileriyle tanıştı belki. Belki kimileri de kaçtı kendinden. İç boşluklarını doldururken televizyonla, temizlikle, yemekle hiç karşılaşmadı kendiyle.
Hayat bize beklenmedik süprizlerle hoşumuza gitmeyen bir şeyler getirdiğinde direniyor ‘’neden, neden’’ diye isyan ediyoruz. Başımıza gelenleri anlamlandırmak, bir mantık çerçevesine oturtmak rahatlamak istiyoruz. Böyle belirsizliğin kol gezdiği durumlar da hep anılarıma götürüyor beni nedense. Bundandır bu kez sizlerle masal yerine yaşamından bir parça paylaşmak istemem.

Yaklaşık on yıl önce. Hayatın beni sağdan, soldan tokatlamaya başladı. Öyledir ya hani. Gelmeye başladın mı üst üste gelir. Öyle bir dönem işte. Bende anlamaya anlamlandırmaya çalışıyorum tüm yaşadıklarımı. Bilirsiniz aradığımız soruların cevabını müsebbiplerden alamayız. Ya ilişkiler konuşulamayacak kadar bozulmuştur ya da ortada konuşulabilecek kimse yoktur. Bir şeyler olmuştur, oluyordur, bitmiştir. Ve koskoca bir ‘’NEDEN’’ sorusuyla kalıvermişizdir öylece. Ortada.

Benim de durumun tam da böyle. Hiç unutmuyorum. Bir eğitim programı görmüştüm. Aradığım tüm soruların cevabı o eğitimdeymiş gibi koşa koşa kayıt olmuşum. Hem de ne gidiş. Ağlaya ağlaya. Arabayı tretuvarlara vura vura. Hoca psikolog hem de klinik. Her çalışmada gidiyorum yanına anlatıyorum. ‘’………….……. İşte böyle böyle. Neden?’’ diyorum kadın ‘’hayatta bu da var’’ diyor. Nasıl yani diyorum, bu mu? Bu kadar basit mi? Kalıyorum öylece.

Sonra başka bir gün başka bir soruyla gidiyorum. Yine dinliyor ve ‘’hayatta bu da var’’ diyor. Böyle bir, üç, beş. Dedim ki bu kadının bir şeyden anladığı yok. İçinden çıkamadığı her soruya ‘’Hayatta bu da var’’ deyip duruyor.
Aradan yıllar geçti, sonra bir baktım ki ben ‘’Hayatta bu da var’’ demeye başlamışım. Hiç farkında olmadan, kendiliğinden.
Bir gün köyde komşularla oturuyoruz. Kadınlar içinden çıkamadıkları dertleri anlatıyorlar birbirlerine. Ben de bu anımı anlattım. Hem çok güldüler halime hem de çok benimsediler.
Sonra, içlerinden birinin kocası hiç beklenmedik bir anda vefat etti. Çok ani bir vefat idi çok genç yaşta. Dedi ki; ‘’Fatoş abla, her şey için diyordum hayatta bu da var diye ama bu kez diyemedim.’’
Evet, bazen de diyemiyoruz. Diyemediğimiz zamanlar oluyor.
Yakındır. Bu fırtına dinecek. Haruki Murakami’ nin de dediği gibi; fırtına geçtikten sonra nasıl atlattığımızı hatırlamayacağız. Nasıl hayatta kaldığımızı da. Hatta fırtınanın dinip dinmediğinden bile emin olamayacağız. Ama bir şey kesin. Fırtınadan çıktıktan sonra fırtınaya girenle aynı insan olmayacağız.
Tüm acılar ya kendimiz ya da başkalarını, hayatı, başımıza gelenleri kabullenmemekten, hatta ona direnmekten doğuyor. Olanı olduğu gibi gördüğümüz, kendimizi her halimizde kabul edebildiğimiz sağlıklı günlerde tekrar görüşünceye kadar, hoşça kalın.