Heyecanlıyım. Anne-Bebek dergisin de sizlerle Masal teması ile bir araya gelmek, yeni bir girişime-doğuma şahit olmak heyecan verici. Güneşli bir sonbahar günü  bahçede ağaçlardan dökülen yaprakları izliyorum sarı, kızıl, yeşil. Tavukların telaşlı koşuşturmalar, kedilerin miskinliği, doğanın dinginliği içime huzuru akıtıyor. İlk sayıda hangi masalı yazsam diye düşünüyorum. Acaba büyükler masala ilgi duyarlar mı? Yoksa çocuk masalı mı yazsam. Kafamda sorular dönerken telefon çalıyor,  salona geçiyorum. Gözüm haberlere takılıyor, savaşın ayak izlerinden, yanı başımızda düşen bombalarla ölen sivillerden, Amerika’nın tehdidinden  bahsediyor. Duymak istemezcesine kafamı telefona çeviriyorum.  Ooo whatsup gruplarında bir sürü yazışma birikmiş hızlıca bakayım diyorum.  Ölümler, hastalıklar, bakıcısı problemleri, istismar haberleri. Diğer taraftan, daralan piyasalar, artan işsizliği her gün bağıra bağıra gelen zamları çok konuşmasak da derinden hissediyoruz.  Gözüm İpek’e takılıyor. Henüz 9 yaşında acaba nasıl bir gelecek bekliyor onu. Kötülüğün salgın bir hastalık gibi yayıldığı dünyada, ne kadar koruyup kollayabilir, nasıl yeterim. Birden göğsümün daraldığını hissediyorum. Oysa çok değil 15 dakika önce içime huzur akıyordu. Ne değişti?  Gözlerimi kapadım ve dedim ki, ‘’Kızım bütün bu olanlar senin etki alanında mı, ilgi alanında mı? ‘’ Cevap ilgi alanında oldu. Yani benim elinde olmayan, etki edemediğin ama yaşananlardan etkilendiğim alan da.  Kendimi ana odaklayıp şimdi  ne hissediyorum, neden böyle hissediyorum,  daha farklı yapmam gereken bir şey var mı?  diye sorunca, cevapta çok sevdiğim bir masalla geldi.  Sevgili Judith Liberman’ın yazdığı, her zorluğumda bir doz hatırlayıp güç topladığım masalı sizlerle de paylaşmak istedim.

******

Bir zamanlar, ülkesini çok seven çok iyi bir Kral varmış.  Kral ülkesi ve halkı adına o kadar çok kaygılanırmış ki geceleri gözüne uyku girmezmiş. Ya yeteri kadar yağmur yağmaz ve halkım ihtiyacı olan hasatı  alamazsa , ya komşu ülke bize saldırırsa, ya askerlerim bana ihanet ederse gibi türlü türlü düşünceler döner dururmuş kafasında. Kralın kendini tek mutlu ettiği zamanlar, tebdili kıyafetle halkın arasına karıştığı zamanlarmış. Yine böyle bir günde fakir mahallelerinden birinde dolaşırken, barakalardan birinde, yüzünde inanılmaz bir mutluluk ifadesi ile yemek yiyen bir adam görmüş. Adamın 1 tas çorbası, bir parça ekmeği, iki tane de sediri varmış.  Adam, Kral’ın ilgisini çekmiş. Ben koskoca bir ülkenin Kral’ı olarak zenginlik içindeyken bile yarınları düşünmekten huzursuz, uykusuz bir yaşam sürüyorum. Bu adam bu fakirlikle nasıl oluyor da mutlu olabiliyor. Merakını yenemez çalar kapıyı ve  gece beni misafir eder misin diye sorar.  Köylü memnuniyetle alır içeri, çorbasını, ekmeğini paylaşır, sohbet etmeye başlarlar. Adamın yüzündeki mutluluk iki kat artmıştır. Kral sorar, Ne iş yapıyorsun, neden bu kadar mutlusun? Adam; ben ayakkabı tamircisiyim der. Bugün  tam iki ayakkabı tamir ettim, kazandığım parayla da bugün ki yemeğimi aldım. Nasıl mutlu olmayayım. Kral şaşırmıştır, peki ya yarın, yarın ayakkabı tamir edemezsen ne olacak der şaşkınlıkla. Köylü; Amaaan be yolcu, bugün bugüne baktı, yarın yarına bakar, gelmemiş gün için dertlenmeye ne gerek var’’ der tüccar sandığı Kral’a. Kral çok sinirlenir, içinden seni kendini bilmez hadsiz, yarını düşünmeden yaşamak ne demekmiş ben sana gösteririm der. Ertesi sabah; ülkede ayakkabı tamirini yasaklayan bir karar çıkarır. Akşama köylüyü aç ve mutsuz bulacağı inancı ile tekrar tebdili kıyafetle yola koyulur. Pencereden bakar, adamın yüzünde ki mutluluk aynı duruyor. Masaya bakar, çorba, ekmek ve peynir. Şaşkın bir şekilde planının neden işlemediğini anlamak için kapıyı çalar. Köylü büyük bir neşeyle kapıyı açar, yemeğini paylaşır ve sohbete başlarlar. Anlat bakalım der Kral, bugün neler yaptın. Köylü; Sabah işe gidince ülkede ayakkabı tamirinin yasaklandığını duydum. Bende meydan da ki kuyuya gidip orada su taşıyanlara yardım edeyim dedim. Yaşlı bir adamın suyunu taşıyınca bana para verdi. Bende akşama kadar kuyudan su taşıdım. Kazandığım parayla da bugün ki yemeğimi aldım.  Kral merakını yenemez ve yine sorar, peki ya yarın? Yarın ne olacak?  Köylü cevap verir. Amaaan be yolcu, bugün bugüne baktı, yarın yarına bakar, gelmemiş gün için dertlenmeye ne gerek var’’

Kral iyice sinirlenir ve ertesi gün için yeni planlar yapmaya başlar. Yarını düşünmeden yaşamak ne demekmiş ben sana gösteririm diye söylenir içinden.  Ertesi gün kuyudan su taşımayı yasaklar ve akşam bu kez köylüyü aç ve mutsuz bulacağına emin bir vaziyette köylünün evine gider. Pencereden bakınca, köylü’ yine çok mutludur. Bu kez masasında çorba, ekmek, peynir biraz da zeytin vardır.  Kral iyice sinirlenir neler olduğunu öğrenmek için kapıyı çalar. Köylü bütün neşesiyle karşılar tüccar sandığı Kral’ı. Oooo Yolcu hoş geldin. Gel, bende seni bekliyordum der. Birlikte yemeklerini yer, sohbet ederler. Kral sorar, anlat bakalım bugün neler yaptın. Sorma der, köylü. Sabah kuyuya su taşımaya gittim. Kuyu kapatılmış. Bilirsin büyüklerin işlerine bazen akıl ermez.  Bende işçi aranan biri inşaat buldum, akşama kadar orada çalıştım, gelirken de bugün ki yemeğimizi aldım.  Kral yine sorar, peki ya yarın, yarın ne olacak?  Köylü yine;  Amaaan be yolcu, bugün bugüne baktı, yarın yarına bakar, gelmemiş gün için dertlenmeye ne gerek var. ’’ Kral’ın sabrı tükenmişti artık. Ertesi gün için güçlü bir plan yapar. Akşam eve gelirken artık Köylü’ yü üzgün ve pişman bulacağı konusunda hiç tereddütü kalmamıştır. Köylünün evine varıp, pencereden bakınca şaşkınlıktan  neredeyse küçük dilini yutacaktır. Köylü her zamanki mutlu edasıyla masayı kurmaktadır. Masada; çorba, ekmek, peynir, zeytin ve üzerine pastırma vardır. Kral bu kez kapıyı çalmadan girer. Köylü, büyük bir neşeyle buyur gel der, soframı senle paylaşınca  mutluluğum daha da artıyor. Yemekten sonra Kral yine sorar, anlat bakalım bugün neler yaptın?

Köylü sorma der, sabah işe gittim, Kral emir vermiş. Ülkede ki tüm inşaat işçilerini saraya çalışmaya aldılar. Bana üniforma giydirdiler, bide  kılıç verdiler. Akşama kadar çalıştım. Akşam paramı almaya gittim,  bir ay sonra vereceklerini söylediler. Eve gelirken bir emanetçi dükkanı gördüm. Kılıcımı oraya emanete verdim. Bir aylık yiyeceğimin parasını aldım.  Yerine de tahtadan bir kılıç yaptım kimse anlamasın diye.

Kral, sonunda köylüyü yakalamış olmanın mutluluğuyla sorar.  Peki ya yarın, yarın kılıcını kullanmak gerekirse ne yapacaksın ?  Köylü her zaman ki gibi;  Amaaan be yolcu, bugün bugüne baktı, yarın yarına bakar, gelmemiş gün için dertlenmeye ne gerek var’’  Ertesi gün, Kral adamlarına, bir hırsızın yakalanması ve bu hırsızın  tüm halkın gözleri önünde köylü tarafından kafasının kılıçla kesilmesini emretmiş.

Sarayın önünde tüm halk büyük bir sessizlik içinde olacakları izlemekteymiş. Köylüye hırsızın kafasını kesmesi emredilince, Köylü aman efendim der, emin misiniz bu adamın hırsız olduğuna. Kralın emrine karşı mı geliyorsun diye hiddetlenir kralın adamları. Yok efendim, olur mu hiç öyle şey der Köylü. O halde izin verin dua edeyim.

Dizlerinin üzerine yere çöker, Allah’a yakarır. Allah’ım, eğer bu kulun suçlu ise kılıcımı keskin eyle, eğer suçsuz ise kılıcımı tahtaya çevir. Duayı bitirince kılıcını hızla çeker. Halk büyük bir coşku ile köylünün kabul olan duasını kutlamaya başlar.

Uzaktan olanları izleyen Kral gülümseyerek köylünün yanına gelir, beni tanıdın mı der. Köylü kafasını kaldırmadan evet Kral’ım der. Yüzüme bak der Kral, Köylü aaaa siz, siz Yolcu değil misiniz diye sorunca. Evet der Kral. Beni  üç gün evine misafir ettin, yemeğini paylaştın, benim şifam oldun. Bundan sonra sende dilediğin müddetçe benim misafirimsin demiş.

VE GÖKTEN ÜÇ ELMA DÜŞMÜŞ.

Fatoş Somsa

[email protected]