Ürkerek girdi doktorun kapısından. Hipnoz sırasında göreceklerinden korktu belki de!

-Hoş geldin, dedi doktor.

-Merhaba, dedi tedirgin.

-Korkuyor musun?

-Biraz.

-Hiç korkma. Yarım saat uyutacağım seni, sadece iki dakika gibi gelecek sana zaman. Güven bana. Kendi kızıma hipnoz yaptığımda , dört saat hiç kalkmadan ders çaiıştırtıyorum. Öyle ki; dişçiden korkan hastalarım var. Onlara önceden hipnoz yapıyorum, sonrasında diş tedavilerimi ağrı kesici yapmadan yapıyorum.

Genç kız ilgiyle dinliyordu doktoru. Doktor konuşmasına devam etti.

-Yaşanan hiçbir şeyi unutmaz beyin. Her şeyi üst üste kayıt eder. İşte, hipnoz sayesinde seni, kendi beyninin içine göndereceğim. Seninle bir kapı açacağız ve sen o kapı aralığında yaşanan her şeyi seyredeceksin. Hazır mısın?

Hazır mıydı? Hazır olmadığını düşünse burada ne işi vardı? Bir tarafı korksa da, bir tarafı merak ediyordu. Üniversitedeki hocası, derste hipnozdan ilk bahsettiğinde karar vermişti. O da denemeliydi. Belki, bu sayede fobisini de yenecekti. Büyük bir özenle ofisteki saati masasının ortasına bıraktı doktor. Artık karşılıklı iki sandalyede oturuyorlardı. Kızın iki eli, iki dizinin üzerindeydi, doktorun sesi çok uzaklardan geliyor gibiydi. Sesin tınısıyla, gökyüzünde yedi kata çıktı ve o yedinci katta kendini sıkan, mutsuz eden ne varsa çıkarıp attı yeryüzüne. Kapanmıştı gözleri. “Neredesin?” dedi tınılı ses. Bir evdeydi.

-Hangi yıldasın? Evi iyice incele.

Bu evi tanıyordu, hiç zorlanmadan yerini bildiği takvime baktı. “1981” dedi.

-Başka ne görüyorsun, dedi yankılı ses.

Odanın bir köşesinde ağlayan beş yaşlarında bir kız vardı.

-Kim o kız?

Giriş kapısının yanında, kıvırcık saçlı kız, yere çömelmişti. Kız kendisiydi.

-Korkma, seni göremez, dedi uzaklardan gelen ses. Ama o görsün istedi. Gidip kendi çocukluğuna sarılmak istedi. “Ağlama, geldim, bak buradayım.” demek istedi.

Uzaklardan geliyormuş gibi yankılanan ses konuşmaya devam ediyordu.

-Kim var başka, odada?

Odanın diğer ucunda annesi ve babasını gördü. Biri daha vardı; küçük ağabeyi.

Annesi ağlıyordu. Babası ağabeyine bağırıyordu. “Seni de mi polisler alsınlar, içeri atsınlar. Hiçbir yere gidemezsin.” Ağabeyin sıkmış olduğu yumruklarını gördü. Babası o kadar çok bağırıyordu ki, ağabeyin ne dediğini duyamadı. Sonra hapishanede olan diğer ağabeyini düşündü. On yedi yaşındaki ağabeyini. Komşularını düşündü. “Komünist çocukları var bunların. Uzak durun.” diyen fısıltıları düşündü. Bir çocukluğuna baktı, bir babasına.

Tılsımlı ses devreye girdi hemen. “Neler oluyor?”

Genç kızın beyni hükmetti. Söyleme sakın hiçbir şey, söyleme, sus. Sus! Sus! Sus!

Sustu kız. Tılsımlı ses durmadı, devam etti.

-Baban sarılıyor mu sana?

Başını “hayır” demek için sağa, sola salladı genç kız.

-Hadi değiştirelim. Babana bak ve sana sarıldığını düşün. Düşün ve olsun.

Dolan gözleriyle babasına baktı. Babası bağırmayı bıraktı birden. Hızla ağlayan küçük kızın yanına gitti. Yerden kaldırdı. Kucağına aldı. Sarıldı. “Kızım.” dedi. Sımsıkı sarıldı küçük kız babasına. “Babam.” dedi.

-Dön artık, kalma orada, dedi tınılı ses. “Yirmi iki yaşına dönmeni istiyorum. Dön!”

Döndü genç kız. Hissetti, gene doktorun karşısındaki sandalyede oturuyordu.

-Şimdi, kalk, dedi doktor. Kalktı.

-Arkama geçip, sağ omuzumdan karşıya bak, dedi. Doktorun dediklerini yaptı genç kız.

-Bak karşıya, ne görüyorsun?

-Kendimi, dedi genç kız.

-Geç şimdi yerine, aç gözlerini.

Açtı gözlerini genç kız. Nefes almak için, denizin dibinden yüzeye yeni çıkmış bir insan gibi.

Açtı gözlerini.

-Ne oluyordu orada? , diye sordu artık yakından gelen doktorun sesi.

-Hiçbir şey, dedi genç kız. Hiçbir şey!