Günümüz dünyasında çocuklarımız çevre bilinci gelişmesi adına çok erken yaşta büyük çevre sorunları ile tanıştırılıyor: Türü tükenen hayvanlar, ozon tabakasındaki delik, asit yağmurları, her gün biraz daha kesilen Amazon ormanları. Çevre bilinci aşılamak adına çok erken yaşta verilen bu eğitimlerinse beklenilenin aksine bir sonuca neden olduğu gösterilmiş: Ekofobi! Mantıklı ve soyut düşünme becerisi kazanmamış çocuklara bu türden “çok uzaklarda” olan, anlayamayacakları ve kontrol edemeyecekleri sorunlarla başa çıkmasını beklemek, onları umutsuz ve güçsüz hissettiriyor, bu da onları doğadan uzaklaştırıyor. “Sevgi olmadan bilgi kalıcı olmaz” demiş David Sobel. Erken çocukluk döneminde yakın ve bilinebilir bir dünya ile “empati” ile etkileşim kurmak ister çocuklar. Yani çocuğu kapımızın önündeki doğaya, çevreye çıkartıp orayı keşfetmekle başlayacağız, hangi bitkiler var, hangi hayvanlar yaşıyor, hangi mevsimde neler oluyor gözleyeceğiz, içinde olacağız, dokunacağız.
Erken çocuklukta müthiş empati yetenekleri olduğu için hayvanlarla olacağız, kuşları incelemek istiyorsak önce oyunlarımızda kuş olacağız, uçacağız, yuva yapacağız, yavrumuzu besleyeceğiz, karton kanatlar yapacağız, kanatlarımızı boyayacağız, sonra doğadaki kuşları fark edecek çocuk, soru soracak, merak edecek işte bu empati noktasından sonra “bilgi” gelecek, bu noktadan sonra açılacak kitaplar, işte çocuk böylece empati ile bağ kurarak öğrenecek doğayı. Amazonlar için, ozondaki delik için, nesli tükenen hayvanlar için kaygılanmaktansa önce sokaktaki annesiz yavru kedi için kaygılanacak, hemen yanı başındaki denizi kirlendi diye kaygılanacak, bahçedeki ağaç kurudu diye kaygılanacak; önce bunlar için bir şeyler yapmakla başlayacak işe, yavru kediyi besleyecek belki, denizden çöpleri toplayacak ve o ağacı sevecek, sulayacak. İşte kendi minik dünyasındaki çevre sorunlarını fark edip çözmeye başladıktan sonra hazır olabilir ancak dünyamızı, yeryüzünü kurtarmaya.