Ayasofya hem mühendislik harikası ve bir sanat eseri olarak, hem de Hristiyanlık ve İslam dünyası için büyük dini ve tarihi öneme sahiptir

                                                   AYASOFYA

    Ayasofya hem mühendislik harikası ve bir sanat eseri olarak, hem de Hristiyanlık ve İslam dünyası için büyük dini ve tarihi öneme sahiptir.

    Daha önce üç defa aynı yere inşa edilmiştir. Günümüzdeki Ayasofya üçüncü Ayasofya'dır.

    I.Constantinus tarafından Hristiyanlık meşru bir inanç olarak kabul edildikten sonra İmparatorluğun farklı alanlarında büyük kiliselerin yapılmasına başlandı. Ayasofya'nın ilk binası ahşap yapılı bazilika şeklinde yapıldı. 330 – 337 yıllarında inşaatına başlanan kilise I.Constantinu’un ölümünden sonra oğlu Constantios tarafından Şubat 360 yılında açılış töreni yapıldı. Bu yapılan ilk bina Haziran 404 yılında çıkan bir halk ayaklanması sonucu yandı.

    İkinci Ayasofya İmparator II.Theodosius tarafından birincisini üzerine 415 yılında inşa edildi. Yine bazilika şeklinde ve ahşap çatılı olarak inşa edilmiştir. İkinci Ayasofya I.Justinianos’a karşı Ocak 532’de çıkan ve 30-35 bin kişinin ölümüyle sonuçlanan Nika ayaklanması sırasında yakılır ve tahrip edilir.

    Ayaklanma bastırıldıktan sonra Justinianos imparatorluğunun nişanesi olarak aynı yere görkemli ve daha büyük bir kilise yapmaya karar verir. Bunun için mimarlar Tralesli (Aydın) Anthemios ve aynı zamanda matematikçi ve mühendis de olan Miletoslu Isidoros’u görevlendirir. Yüz ustanın gözetiminde 10 bin işçi çalışır. Yeni yapı, eski yapıdan kalan mimari kalıntıların bulunduğu alanın düzeltilmesi ile onun üzerine inşa edilmiştir. 31 metrelik çapı ve 56 metrelik yüksekliği ile o zamanın en büyük ve en görkemli yapısı 5 yıl gibi yine o zamanlarda rekor denebilecek sürede tamamlanır. Aralık 537 yılında görkemli bir açılış ile hizmete girer.

    Duvarları ve yerleri kaplayan mermerler İmparatorluğun çeşitli bölgelerinden yontulmuş veya büyük parçalar halinde gelir. Batı Anadolu Ephesos Artemis Tapınağı’ndan, Kyzikos, Suriye Balebek’ten ve o dönemlerde çok pahalı olan ve az bulunan 8 adet kırmızı porfir sütun Mısır Heliopolis’ten sökülerek İstanbul’a, Ayasofya’ya monte edilmek üzere  getirilir.

    Ana kubbe inşaatından 20 sene sonra çöker. İlk mimarlarından İsidoros vefat ettiği için tamirat görevi yeğeni genç İsidoros’a verilir. yeğen eski kubbenin kiremitlerinden daha hafif kiremitler kullanır ve kubbeyi biraz daha yükselterek tamiratı gerçekleştirir.

    1204 yılında 4. Haçlı seferi sırasında Enrico Dandolo komutasındaki Haçlı Ordusu  İstanbul’u ve tabi ki Ayasofya’yı yağmalayıp tahrip ederler.

    Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettiği zaman Ayasofya’ya çok önem verir. Bu sebeple Fetihten sonraki ilk cuma namazını burada kılar. Hristiyanlık  aleminin en büyük ve en görkemli kilisesi camiye çevrilir. Camiye çevrilen kiliseye “Fethiye Camii” ismi verilir.  Fetihten dolayı Frekslerin üzeri kalın perdelerle örtülür. Yapıya yarım kubbelerden birinin üzerine ahşap bir minare eklenir ancak uzun ömürlü olmaz. Ayasofya’nın toplam 4 minaresi vardır. Güney doğu yönünde bulunan tuğla minare mimari bakımdan Fatih Sultan Mehmet  veya II. Beyazıt döneminden kalma olduğu tahmin ediliyor. Topkapı Sarayı’nın giriş kısmına bakan minare mimari olarak Edirne’de ki Selimiye Cami’nin minaresine benzerliğinden dolayı II. Selim tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmış olabileceği düşünülüyor. Güney batı ve kuzey batı yönündeki ikiz minareler III. Murat tarafından Mimar Sinan’a yaptırılır. Ayasofya’nın günümüze kadar sağlam kalmasını Mimar Sinan’a borçlu olduğumuzu rahatlıkla söyleyebiliriz yaptığı eklemelerle  deprem şehri İstanbul’a göre sağlamlaştırmıştır. 1566 -1574 yıllarında dışa doğru bükülmeye başlayan Ayasofya’yı payandalar ve kemerlerle sağlamlaştırır. Yapıya hünkar mahfili ve II. Selim türbesi eklenir. III. Murat Bergama Antik Kenti’nden çıkarılan devasa 2 mermer küpü ana salona yerleştirir. I. Mahmut yapıya kütüphane, medrese, imarethane ve bir şadırvan ekleyerek Ayasofya’yı külliye haline getirir.

    1709 yılında İsveç Kralı  Karl Ruslar la yaptığı savaştan yenik ayrılmış ve Osmanlı topraklarına sığınmıştır. Kral Karl ile birlikte gelen Cornelius Laos burada eski yapıları gezmiş ve resimlemiştir. Laos’un resimlerinde Ayasofya’nın içindeki mozaiklerin üzerlerinin örtülmediği görülmektedir. Mozaiklerin üzerinin tamamen kapanması 1750’den sonra olmuştur.

    1847 – 1849 yıllarında Abdülmecit döneminde yapı büyük bir restorasyondan geçirilir. İtalyan asıllı Fosatti kardeşler yapının kubbe, tonoz ve kolonlarını sağlamlaştırırlar. Aynı zamanda yapının iç ve dış dekorasyonları yeniden elden geçirilir. Bu  restorasyon sırasında düşen moziklerden Abdülmecit bir portresinin yapılmasını istemiş ancak tuğrasının yapılması daha uygun görülmüştür. Tuğra İtalyan mozaik sanatçısı Lanzoni’ye yaptırılır. Bu tuğra Osmanlı padişahları arasında Bizans mozaikleriyle yapılmış tek tuğradır. Restorasyon sırasında 8 adet, 7,5 metrelik çapı ile İslam Dünyası’nın en büyük hat levhaları Hattat Kazasker Mustafa İzzet Efendi’ye yatırılır.

    Ayasofya Şubat 1935’te müze haline getirilir. 1985’te Ayasofya ve çevresindeki tarihi yapılar “Arkeolojik Park” kapsamında Unesco Dünya Mirası Listesi’ne girer. Temmuz 2020’de cami statüsüne geri çevrilir. İsmi “Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi” olarak değiştirilir. Zemin halıyla kaplanır, namaz kılınan yerdeki mozaiklerin üzerine namaz esnasında kapanıp, namazdan sonra   açılacak perdeler takılır.

    Ayasofaya halen hem dünyanın en eski ve en hızlı yapılan Katedrali olma özelliğini taşımaktadır. Ayrıca yapıldığı dönemden 1000 yıl boyunca İspanya’daki Sevilla Katedrali (1520) yapılana dek dünyanın en büyük yapısı idi. Bugün de dünyada en çok ziyaret edilen yapıların başında gelmektedir.