Ben kış aylarını seviyorum. Çünkü hava sıcak değil, rehavet çökmüyor ve daha çok program yapabiliyorum. Hafta sonu kısa kaçışlar, sinema-tiyatro aktiviteleri, arkadaş buluşmaları ve hatta hiç bir şey yapmadan evde bir battaniye altında televizyonda Hababam Sınıfını milyonuncu kez izleyip gülmek bile müthiş keyifli. Bir de yaz aylarını sevenler var ki, kış geldiğinde kendilerini sıkışmış gibi hissederler.
Bu yazımızda hem kış gezmelerini sevenler, hem de yaz sonrası evde kalmak istemeyenlerin seveceği, İstanbul’a çok yakın ama aynı zamanda bambaşka bir dünyaya gitmişçesine mutlu edecek bir rotayı paylaşacağım.
Aklıma estiğinde arabaya atlayarak yaşanmışlıklarını sevdiğim, doğal dokusunu hala koruyan sanırım on defadan fazla gittiğim Cumalıkızık ve İznik…
İstanbul Cumalıkızık arası 210 km civarında, içinde denizyolu da olunca oldukça keyifli bir yolculuk! Önce Eskihisar’a varıp, martıları simitle beslediğimiz bir vapur seyahatinden yaklaşık 1 saat sonra Cumalıkızık’tayız. Bu güzel köye ulaştığımızda çok acıkmış olmalıyız. Benim gibi kahvaltı düşkünü bir insan için cennet denebilir. Çünkü köyün serpme köy kahvaltısı meşhur. Cumalıkızık’a hafta sonları, İstanbul ve Bursa’dan sadece kahvaltı yapmak için gelenler bile var.
Köyün girişinden başlayarak sonuna dek, birçok serpme kahvaltı yeriyle karşılaşabilirsiniz. Gönlümüze göre bir konak bulup tamamı organik ürünlerden oluşan kahvaltımızı yaparak enerjimizi topladıktan sonra kendimizi çok mutlu hissedeceğimiz bu güzel köyün daracık sokaklarına atabiliriz.
Uludağ'ın eteklerinde; 700 yıllık gizemli tarihi, Osmanlı’nın erken dönem sivil mimarisine en iyi örnek evleri, kaldırımsız taş döşeli yolları ve köy havasını koruyan atmosferiyle UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde bulunan Cumalıkızık’ın kuruluş hikâyesinin 1300'lü yıllara kadar uzandığı biliniyor.
Köyde; toplam 270 adet Osmanlı dönemi evi bulunmakta. Bu evlerin 180 tanesi kullanılmakta olup geri kalanı restorasyon ve koruma altında. Köyde ki evler; ağaç, kerpiç ve moloz taştan yapılmış. Beyaz, sarı, mor ve mavi renklerle boyalı olan, masal karesinden çıkmış gibi duran,
her köşesi doğal plato görünümündeki Cumalıkızık evlerinin giriş kapılarında yer alan şahane tokmaklar ve kulplar dövme demirden yapılmış. Her birine uzun uzun bakıp fotoğraflamaktan kendinizi alamayacaksınız, çünkü ben de alamadım! Köyün içerisinde 350 yıllık tarihi bir ev ise müzeye dönüştürülmüş, ziyaret etmenizi öneririm. Köy meydanında bizi karşılayan tezgâhlar ve yöresel ürünleri satan köylülere uğramadan olur mu? Tabii ki olmaz. Doğal köy usulü reçeller, salçalar, turşular, erişteler, tarhanalar, köy ekmekleri ve daha neler neler…
Her köşesini, her detayını yüzlerce fotoğraf çekerek hafızama kazıdığım, baharda tekrar gelmek üzere vedalaştığım Cumalıkızık’ta dünyanın en dar sokağı olarak bilinen ''Cin Aralığı’nda'' da bir fotoğraf çektirmeden ayrılmadım tabi.
Güneşin batışını yakalamak istediğimden artık yola çıkıp İznik’e doğru yol alıyorum. İznik’te her daim beni en çok etkileyen şeylerden birincisi hava! Her mevsim yumuşacık... Toprak öyle bereketli ki, bize yol aldığımız her adımda bunu hissettiren müthiş bir doğası var. Sanırım etrafın zeytin ağaçları ile çevrili olması, bu bereket hissiyatını direk bize geçiriyor. Her adımda durup her zeytin tarlasını her bir ağacı ayrı ayrı kucaklayıp fotoğraflamak istiyorum. Bu doğal güzelliklerin yanında Çinilerinin güzelliği ile bildiğimiz İznik, hem Anadolu’daki ilk Türk başkenti hem de Vatikan’ın kutsal kabul ettiği şehirlerden biri olma özelliğine sahip.
Osmanlı’nın ilk medresesi ve imarethanesine (aşevi), ev sahipliği yapan İznik; 14-16. yüzyılda birçok bilim adamı ve sanatçının yetiştiği önemli bir eğitim, kültür, sanat, ticaret merkezi haline gelir. İmparatorluğun en ünlü eğitimcileri buradaki medreselerde dersler verir. Özellikle 2. Murat ve Çandarlılar döneminde altın çağını yaşayan şehir, İstanbul’dan Anadolu’ya geçişteki kervan yolu üzerinde olduğundan önemli bir konaklama merkezi olur. İstanbul’un fethi sonrasında İstanbul’un git gide önem kazanmaya başlaması ve devamında İznik’in ileri gelen ailelerinin de batıya göçleri ile İznik’in önemi de azalmaya başlar.
Şehir içinde tarihi dokuya rastlama şansımız olmasa da UNESCO tarafından kültürel miras geçici listesine alınan İznik Surları; Yeşil Camii, Ayasofya Camii, Süleyman Paşa Medresesi, Hacı Özbek Camii, Dikilitaş, İznik Gölü Suları Altındaki Bazilika, İznik Müzesi, Su Kemeri, Eşrefzade Camii gezilecek yerler arasında.
Bu arada dip not: Henüz dışarıdan görülemese de, 2014’te suyun altında bulunan ve kazı çalışmalarına başlanan Bazilikanın keşfi ile İznik Gölü’nün içinde gerçekten de bir batık şehir olup olmadığı araştırılıyor.
Tamamı 2 saatte gezilebilecek kadar küçük bir alan olan İznik’te vaktiniz varsa bir de çini atölyesine uğrayıp hem İznik Çinisinin özel olma nedenini öğrenip hem de küçük bardak altlığı boyaması deneyebilirsiniz.
Akşamı ettiğimize göre; artık güneşin batarken İznik’te bulunanlara sunduğu fütursuz güzelliği izlemek için konum belirleyelim. Gün batımı; İznik’te yılın her günü muhteşem bir görsel şölen sunuyor. İster kano kiralayarak göl üzerinde, ister sahilde banklarda, ister konakladığınız otelin verandasında her yerden rahatlıkla izleyebilir ve bu müthiş doğal tabloya eşlik edebilirsiniz. Benim önerim; göl kenarında konumlanmış, şömineli özel odaları, bungalovlar ve içinde küçük bir hayvanat bahçesi olan Askania Hotel de konaklamak.
Açıldığı günden beri konumu sebebiyle tercih ettiğim doğa içinde doğal bir konaklama alanında olmak müthiş keyifli.
Kısa mesafede yorulmadan ruh halimizi tamamen değiştirecek, bir gece, iki günlük bu güzel seyahat sonrası taptaze pırıl pırıl bir beyinle İstanbul’a döndüm. Bekleyen işlere ve yeni planlara odaklanabilirim artık.
Yeni yolculuklarda buluşmak ümidiyle, çok keyifli bir yılsonu ve şahane keyifli, neşeli, tam da gönlünüzden geçtiği gibi yeni bir yıl diliyorum.
Yeni maceralarda buluşmak üzere, sevgiyle kalın.
Semra Kara
Instagram: blacksemra