Perişan hallerimden sıyrılarak bedenimden koca bir yük atarcasına kendimi yatağa atıyorum. En son, kokunun sindiği yastığa sarılıyorum. Derin bir nefesle kokunu içime çekiyorum. Öpmelere kıyamadan yastığı usulca başımın altına alıyorum. Olur ya belki gelirsin diye uzun uzun gözlerimi kırpmadan boşluğa bakıyorum. Gelmeyişini bir umutla beklediğime bakma sen. Aslında kendimi dinlemeye bile mecalim yok. Dilsizim ve bir o kadar da sağırım bu gece. Ne senin öldürücü cümlelerine kulak asıyorum ne de iki dudak aramdan sana olan özlemlerimi
haykırıyorum. Sırf sen haklı çıkasın diye bu gece de susuyorum. Sadece biraz kendimi, birçok da seni dinliyorum.
Dinleyişlerim suskunluğumu bastırıyor ve ben yine senin arsızlığına deliriyorum.
Kabuğumu kırıp çıkamıyorum. Zehirli bir sarmaşık gibi saçımın telinden tut da ayak uçlarıma kadar sarmışsın sanki tüm bedenimi. Lanet olası karanlığının esaretinde zehirleniyorum.
Gürültülü hayatların içinde kaybolmuş cılız bir ses gibiydi seni sevmelerim. Gözlerimde fer kalmamıştı, gülüşlerimde mutluluk yoktu. Kalbim biraz kırık, ruhum
ise donuktu. Perişanlığıma ilk düşmem sessizliğinden olmuştu. Sandım ki sessizliğine dalarsam seni bulurum.
Ellerinden tutar seni kendime çekerim. Şans mıdır yoksa şanssızlık mıdır bilinmez ama artık senin gerçeğine inanı-
yorum. Senin zihnindeki “ben”le benim kalbimde ki sen bir ömür boyu hiç kavuşamayacaklar biliyorum.
Gelsen bile dokunma bu gece bana. Cevapsız ve yorgunum işte...
Sahi sen gerçekten var mıydın yok muydun? Yoksa zihnimin bana oynadığı kötü bir oyun muydun?