İNCİTTİĞİN HAYATIN VEBALİNİ TAŞIMAK ZORDUR !

İnsan yaş aldıkça ikiye bölünüyor benliği...

Bir yanı geçmiş zamanına takılıp kalıyor diğer yanı ise gelecek kaygısı ile boğuşuyor. Aslına bakarsanız şöyle bir köşeye çekilip kendimizi dinlemeye başladığımız zaman diş ağrısı gibi çekilmiyor oluyor sancılarımız... İnsanoğlu hatasıyla, sevabıyla, günahıyla var olmayı yaşam biçimi edinmiş. Ya da bizlere öyle öğretilmiş...

Sordun mu hiç kendine; bugüne kadar kaç kişinin canını yaktın, kaç kişiyi bilerek ya da bilmeyerek üzdün? Ya da bu yaşına kadar kimler tarafından kırıldın, üzüldün? Kimleri yaraladın ya da kim tarafından en çok yarayı sen aldın? Bazı soruların cevapları yoktur, bazı soruların ise cevaplarını bilmek istemezsin. Çünkü bilirsin ki aldığın cevaplar seni iyileştirmeyecek aksine yaranı kanatacaktır.

Ve sonra bu kanamalar; niye, neden, niçin ben? sorularını doğuracak. O yüzden bazen bilmemek bilmekten iyidir.

İnsanların çoğu sırf bu yüzden kendisiyle yüzleşmekten korkar. Aynaya baktığında görecek olduğu suret ona gerçeğini gösterir. Senin, benim, kimsenin görmediği bir yüzden bahsediyorum. Makyajla ya da sakallarla başkalaştırdığımız yüzden çok başkadır o yüz. Fiziksel yüz değil, ruhun yüzüdür söz konusu olan.

O yüzün aslını bir sen bilirsin bir de Allah bilir. Hiç birimiz sütten çıkma ak kaşık değiliz. Kimimizin kiri yok denecek kadar az, kimimizin kiri bulanık bir su gibidir, kimimizin kiri çamur gibi koyudur kimimizin ise yanına yaklaşılmayacak kadar leş kokuludur. Sen şimdi hangisisin bilmiyorum, bunu en iyi bilen sensin!

İnsan olmak sadece etten kemikten var olmak değil ki... İnsan olmak; kalbini, niyetini kötülüklere bulaştırmamak değil midir? Ana rahminden çıktığın gün gibi temiz kal demiyorum sana ama hayata gözlerini açtığın o ilk anın temizliğine zarar verme. Bir ömür boyu o temizliği koru, kolla, üstüne leke düşürme ey insanoğlu... Eminim bunu başarabilmek birçok insan için çok zor, hatta imkansız. Hani ne derler büyüklerimiz, bunun mayasında var bozukluk.... Sahiden de öyle çoğunun mayasında var maalesef bozukluk.

Herkesin hayatında zamanında kaybolmuş bir yolu, kaybettiği bir sevdiği vardır diye düşünüyorum.

Mevsimler gelip geçtikçe kaybolan yollara, kaybettiği sevdiklerine üzülmekten vazgeçebiliyor insan. Kısmette yokmuş, nasip değilmiş sözleriyle kendi kendimizin teselli edeni olmadık mı? Gönül sayfasının birini kapatırken bir diğerini yeni umutlarla açmadık mı? Bir daha asla kimseye güvenmem dedikten sonra bir başkasına ölümüne güvenen olmadık mı? Bu kış bir geçsin de seneye kışa kalbimi kimsenin üşütmesine izin vermem dedikten hemen sonra gelecek kışın gelmesini beklemeden kalbini buz parçası gibi dağıtıp parçalatan yine sen olmadın mı?

Şimdi sen kimsin, necisin bilmiyorum. Şayet bu yazımı okuduysan, dilerim kendine çok geç olmadan sakin bir köşe bulursun. O köşeye geçip kendinle dertleşmeni rica ediyorum. Hayatından geçen insanların, onlara yaşattığın iyilik ve kötülükleri süzgecinden geçirmen umarım senin için kolay olur.

Biraz onurlu ol ve kendine yalan söylemeden dertleş ruhunla. Çünkü insan olmak böyle bişey...

Her kim olursan ol içindeki ses eminim şunu söyleyecek sana:

Neyse ki hafızam iyi ; yapılan iyiliği de yapılan kötülüğü de dün gibi hatırlıyorum. Yaptığım iyiliği de yaptığım kötülüğü de bugün gibi hatırlıyorum.

İncittiğin bir hayatın vebalini taşımak zordur. Dilerim yükün çok ağır değildir...