DÜNDEN BUGÜNE İSTANBUL - BEYOĞLU

Günümüzde kültür, sanat, iş ve eğlence merkezi olan Beyoğlu, Bizans döneminde yerleşim alanı olmayan, bağ ve bahçelerden oluşan bir yerdi. Bizanslılar buraya “karşı yaka” anlamına gelen PERA adını vermişlerdir.

Beyoğlu adının ortaya çıkışına ilişkin çeşitli rivayetler vardır. Bir rivayete göre Fatih Sultan Mehmet zamanında Trabzon’daki Rum Pontus Devleti alınınca son imparatoru David Komennos ve sülalesi İstanbul'a getirilir. Bunlardan Kalayanis Komennos’un oğlu Aleksiyos müslüman olunca Tünel civarına yerleştirilir. Bundan sonra buraya Beyoğlu denilmeye başlar. Bir başka rivayete göre de Venedik elçisi Andre Giritti'nin oğlu Luigi Giritti'nin bir konağı vardı. Kanuni Sultan Süleyman’ın dostu olan Luigi'yi sık sık ziyaret eder. Yapılan yazışmalardada kendisinden Beyoğlu diye hitap edilir. Bundan dolayıda buraya Beyoğlu denmeye başlar.


BEYOĞLU TÜNEL 1930'LAR

İlk müslüman yerleşimi 1491'de II.Beyazıt’ın armağan olarak verdiği arazi üzerinde İskender Paşa’nın bir mevlevi tekkesi kurmasıyla başlar. II.Beyazıt tarafından dört yol diye tarif edilen, asmaların olduğu mescit bugün yerinde olmasada, buranın adı halen Asmalı Mescit olarak anılmaktadır.

Osmanlı Devleti’nde temsil yetkisi olan ilk sefaretler 1550-1610 yılları arasında Beyoğlu'na yerleşti. Beyoğlu’nu seçmelerinin nedenlerinden biri, Suriçindeki Müslüman hayat yapısına girmek istememeleri ve Osmanlı‘daki gelişimi uzaktan takip etmektir. 1800'lü yıllarda 10'a yakın sefaret kurulmuş ve çok sayıdaki ticaret adamı, gayrimüslim, üst düzey elçilik görevlileri ve Levanten bölgede yaşamaya başlamıştır. ( Levant “Doğuya giden” demektir. Başta İtalyan ve Fransız’lara denirken sonraları Katolik ve Protestan olan tüm yabancılara “Levanten" denmiştir.)


GALATASARAY ÖNÜ 1900'LER

1839’da Batı dünyası içinde büyük bir buluşun, fotoğrafın atası Dagerotipin ortaya cıktı. İstanbul 1850’lerden itibaren yabancı fotoğrafçıların vazgeçemediği duraklardan biri oldu; dahada önemlisi bazı fotoğrafçılar Pera'ya yerleşti. James Robertson , Albert Caranza ilk İstanbul karelerine imza attılar. Bunları 2. Kuşak yerli fotoğraf tutkunları takip etti. Abdullah Freres ve Vasilaki Kargopulo ilk büyük stüdyoları açtılar. Onlari G. Berggren, Pascal Sebah, Boğos Tarkulyan ve Gülmez Kardeşler takip etti. Osmanlı Devleti'ninde destak vermesiyle Beyoğlu sadece İstanbul'un değil bütün Yakın Doğu’nun fotoğraf başkenti olmuştur.

1854'de gaz aydınlatması geceleri yaşanır kılar. Sponeck, Viyana, Grand Brasserie Centrale gibi pastaneler ve bira evleri, Percas ve Gambetta gibi restorantlarla başlayan yeni hayat Paris’in, Roma'nın St. Petersburg'un gerisinde kalmak istemiyordu. Çok sayıdaki dansing, birahane, tiyatro, sinema, opera, gece kulübü, balohane, kafeşantanlarla beraber Suriçi'nde yaşayan Osmanlı halkı önceleri Beyoğlu’na eğlenmeye daha sonrada yerleşmeye aktı.


GALATASARAY LİSESİ 1878

28 Aralık 1857’de sadece Beyoğlu ve Galata semtlerini kapsayan “6. Daire-i Belediye” kuruldu. Bugünkü anlamda modern belediyeciliğin ilk örneğidir. Belediye, Belediye Reisi, Belediye Meclisi gibi tabir ve ünvanlar burada kullanıldı.

Beyoğlu gelişti binalarla kaplandı. Ama ortada henüz ne doğru dürüst bir cadde ve sokak ortamı vardı ne de sağlıklı bir yaşam ortamı. 17. Yüzyılın 2. yarısında büyük bir veba salgını baş göstermiş ve Beyoğlu’nu kırmış geçirmiştir. “Beyoğlu Hariki-i Kebiri” adıyla tarihe geçen 1870 büyük yangınında 3000 civarı ev kül olmuştur. Bu yangından sonra boşalan arsalar üzerine yeni şık konaklar yaptırma fırsatı doğdu. Bugün gördüğümüz Beyoğlu az sayıda istisnalar dışında 1871 sonrası oluşmuş Beyoğlu’dur.

Abdülaziz döneminde gelişme hızlanır. Cadde ve sokaklar taşlarla döşenir, kanalizasyon ve alt yapı hizmetleri, elektrik getirilir. Bugün dünyanın en eski 2. tüneli ile Beyoğlu Karaköy'e bağlanır. Önce atlı sonra elektrikli tramvaylar hizmete girer.

Beyoğlu’ndaki caddeye ilk zamanlar “Grand Rue de Pera" sonraları “Cadde-i Kebir” denmiş Cumhuriyet’le beraber “İstiklal Caddesi” ismini almıştır. Osmanlı zamanında Mutasarrıflıkla idare edilen Beyoğlu 1923 yılında ilçe olmuştur.

1918'de düşman uçakları İstanbul'u bombalar ve sonrasında şehir işgal altına girer. O günlerden sonra 1923’de şehri terkedene kadar terör estirirler. Beyoğlu o dönemde kötü bir sınav verir. İşgal kuvvetlerinin Cadde-i Kebir yürüyüşünden kalma fotoğraflar, Yunan bayrağının Pera Palas'tan dalgalanışı belleklerden silinmez. Cumhuriyet sonrası “İstikal Caddesi” ismi bu yüzden verilmiştir. Bu tarihten sonra ülkede pek çok şey değişmesine rağmen Beyoğlu’nda sadece eski yazı ve yabancı tabelalar değişti. Ama Beyoğlu özünü yitirmedi. Yine alış veriş ve eğlencenin merkeziydi. İnsan yoğunluğu hiç azalmadı.

İnanılmaz derecede kozmopolit olan Beyoğlu’nun ihtişamı azınlıklara uygulanan Varlık Vergisi ve 1955 yılında 48 saat süren ve tarihe “6-7 Eylül Olayları" geçen saldırıların ardından bozulur. Bu olaylar İstanbul'un utanç sayfaları arasında yer alır. Kısa sürede şehrin pek çok mahallesine , hatta Adalar’a bile yayılan olaylar için merkez üs Beyoğlu seçilmiştir.

1950'lerden itibaren Cumhuriyet’in genç aydınlık kuşakları caddeye aktı. Caddede o zamanlar 30'a yakın kitapçı 20 tiyatro salonu vardı. O dönemlerde Beyoğlu pastaneleri çok önemli edebiyat akademisi gibi çalışırdı. Haftanın belirli günlerinde ünlü yazarların katıldığı edebiyat sohbetleri yapılırdı. 1970'ler ise sinemaların altın cağıydı ve caddede 19 sinema salonu hizmet veriyordu. 2000'lerden itibaren Beyoğlu kültürel ruhunu kaybetmeye başladı, artık daha çok alışveriş ve eğlencenin adresi olmaya başladı. Ama halen İstanbul'un en kalabalık ve en havalı caddesidir.

Beyoğlu’nun biri üstten gündüz akan alışveriş ve gezinti, diğeri alttan akan gece hayatı ve eğlencede ilerleyen iki farklı hayatı ve kimsenin kayıtsız kalamadığı bir çekim merkezi olmuştur. İşte onun içindir ki “Beyoğlu’na gidilmez, Beyoğlu’na ÇIKILIR.”