ÇOCUK OLAMADAN ANNE OLMAK “İKBALE”
Sevgili Göktürk Dergisi okuyucularının ilgi ve alakasını çekecek olan Recep Yiğit’in kaleminden “İkbale” kitabı ile yeni sayımızda sizlerleyiz.
Gökyüzünden süzülür gibi bir ışık parladı yıllar önce. Ve o ışık bir kadının hayatına dokunup, yaşamında çizgiler oluşturdu.
- Merhabalar Recep Bey, Göktürk Dergisi okuyucuları için sizi tanıyabilir miyiz?
Merhaba Eylül Hanım. Aslen Erzurumluyum. İlk görev yerim olan Adıyaman’ın Besni ilçesinden sonra 1987 yılında Burdur’a, 1999 yılında okul müdürü olarak Antalya Aksu Anadolu Öğretmen Lisesi’ne, 2003 yılında tekrar Burdur’a il millî eğitim müdürü olarak atandım. Dokuz yıla yakın bir süre Burdur’da il millî eğitim müdürü olarak görev yaptım. Eğitim kurumlarında Türk dili ve edebiyatı öğretmeni ve okul yöneticisi olarak çalıştığım sürelerde öğrencilerimizde kitap okuma alışkanlığı kazandırabilmek temel önceliğim oldu. Millî eğitim müdürlüğü dönemim, okuma aşkımı daha geniş bir alana yayma imkânı bana verdi. Evliyim ve üç çocuğum var. Halen Millî Eğitim Bakanlığında araştırmacı olarak çalışmaktayım.
Bazı alışkanlıklar rutine dönüşmeli. Rutinler hayatımızın günlük akışıdır çünkü. Kitap okumak, doğada gezmek, kendine - içine dönmek gibi..
- Eğitimci kimliğinizi göz önünde bulundurursak eğer, Türkiye’de ki kitap okuma oranları ile ilgili neler söylemek istersiniz? Türkiye gerçekten kitap okuyor mu hocam?
Bu sorunuza, “Evet, Türkiye kitap okuyor.” demeyi ne kadar çok isterdim. Araştırmalar Türkiye’de insanımızın günlük ortalama yalnızca bir dakikasında kitap okuduğunu gösteriyor. Dünya sıralamasında 86. sırada olduğumuzu üzülerek ifade ediyorum. İnsan alışkanlıklarını kolay terk edemiyor Eylül Hanım. Kitap okumanın da bir alışkanlık olduğu ve alışkanlıkların çocuk yaşta kazanıldığı gerçeğinden hareket edersek, o zaman çocuklarımıza kitap okumak gibi güzel bir alışkanlığı neden kazandırmıyoruz ya da kazandıramıyoruz? Aslında anne babalar kitap okumanın önemini, çocuk yaşta bu alışkanlığın kazandırılması gerektiğini biliyor ve çocuğu için kitap alıyor, çocuğunun kitap okumasını teşvik ediyor. Ancak kendisi okumuyor. Sözleriyle, kitap edindirmeleriyle pozitifi gösterirken davranışıyla pozitifi kalıcı hâle getirmesi gerektiğinin farkında değil. Başka bir örnek: Öğretmen arkadaşa bir kitap tavsiye ediyorum. Ben kitap okumayı sevmem diyor. Kitap okumanın insanın kültürel gelişimindeki vazgeçilmezliğinin farkında değil. Bu farkında değillikler çoğaltılabilir ancak kitap okumanın ekmek gibi, su gibi yaşamsal bir ihtiyaç olduğunu bilen kitap dostları asla yılmamalı, okuyan toplum olabilme yolunda ne gerekiyorsa yapmalı diye düşünüyorum. Zira güçlü toplum, gelişmiş ülke, ancak kültürel gelişimini diri tutan insanların artmasıyla oluşabilecek.
İçimde bir ukdeydi "İKBALE"
- Yazmış olduğunuz “İKBALE” kitabına değinmek istiyorum. İkbale kitabının doğuş sürecini bizlerle paylaşır mısınız?
Çevremizde kadının bir meta olarak görüldüğü o kadar çok olay var ki Eylül Hanım. Evden bir boğaz eksilir ya da mal paylaşılmaz ailede kalır gibi cehalet karanlığındaki düşünceler yüzünden hayatını mahvettiğimiz o kadar çok İkbale var ki… Yakın çevremde bizzat tanık olduğum, aile hayatımızı da derinden etkileyen bir yaşamı gözler önüne sermek istedim. Toplumsal farkındalık oluşturmada katkısı olacağına inandığım bu gerçek yaşam öyküsünü bir İkbale daha kurban edilmesin düşüncesiyle kaleme aldım. On üç yaşında kendisinden yirmi yedi yaş büyük biriyle evlendirilmek zorunda kalan İkbale’nin yaşam öyküsünü anlatmak tabir yerindeyse içimde bir ukdeydi. Son yıllarda medyada sıklıkla gündeme gelen çocuk gelin olayları da bu romanın tetikleyicisi oldu.
- Türkiye’nin en büyük sorunlarından biri olan ve yüzyıllardır devam eden kız çocuklarını erken evlendirme problemlerini kaleme aldığınız İKBALE kitabı gerçek bir yaşam öyküsü... Bu kitabı yazmak size neler hissettirdi?
İkbale’nin ve dünyamızdaki İkbale’lerin yaşamış olduklarına acı duydum Eylül Hanım. Böylesi bir evlilikle evladının hayatını zayi eden ebeveynlerin cehaletine hem acı hem öfke duydum. Çocukları için saçını süpürge etmek zorunda kalan annelerin fedakârlıklarına hem acı hem saygı duydum. Kitabın bitiminde toplumsal algı oluşturmada katkısı olacağına inandığım bu yaşamı anlatmakla bir görev ifa ettiğim için huzur, neden çok daha önceleri anlatmadığım için pişmanlık duydum.
Ah İkbale, aydınlatabilir misin bu cehalet içinde yüzen toplumu? Işığına toplayabilir misin karanlıktan korkan kadınları, anneleri?
- İkbale kitabını okurken bir anne, bir kadın ve her şeyden önce bir insan olarak çok etkilendiğimi öncelikle sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bazı sayfaları okurken içim yandı. Empati kurarak okumak şahsım adına zor olsa da bu kitapta şunu fark ettim ki aslında toplumumuzun her kadınında İkbale’ den bir parça var. Ve bu hissiyat bana şu soruyu merak ettirdi; İKBALE kitabını yazarken çevrenizdeki bir kadından esinlendiğiniz oldu mu?
Romandaki hayatı elinden alınan kadın benim annem Eylül Hanım. Varlık sebebiniz olan bir evliliğin, yanlış olduğunun farkında olarak böylesi evliliklerin yaşanmaması için onu toplumun gözleri önüne sermek çelişkili bir durum değil mi? Ateş düştüğü yeri yakıyor. Çekilen onca çile, gözleriniz önünde yaşanıyor. Öncesini sorgulamaya başlıyor ve olanları birinci ağızdan ya da en yakınlarınızdan öğreniyorsunuz. O ateş dairesinin içindesiniz ve yakıcılığını dairenindışındakilerden daha çok hissediyorsunuz. İçiniz bir başka yanıyor. Annenizin çileli yaşamının kökeninde erken yaş evliliğinin olduğunun farkına varıyorsunuz ve maalesef benzer yaşantıların süregittiğini görüyorsunuz. Bakınız çevremize, çocuk gelin cehaletini aşabilmiş miyiz? Roman, bence benzer yaşantılarla birlikte hemen her kadının kendisinden bir şeyler bulabileceği bir örgü ve karanlıkların aydınlatılmasında sosyal bir görevi sahipleniyor.
Coğrafya kader midir? Peki bir kadının kaderi doğduğu coğrafya ile mi bağdaşıyor? Mutluluk ve çocukluk çağını sağlıklı yaşamak hangi coğrafyada bulunur?
- İkbale, çocuk yaşta kendinden büyük biriyle evlendirilmesine rağmen çocuk yönü bazen ağır bassa da içinde mücadeleci de bir Türk kadınını yaşatıyor. Çocukları için mücadeleci bir anne olan İkbale ’yi kâğıda kaleme dökmek bir eğitimci ve bir baba olarak sizi zorladı mı Recep hocam?
Evlat sevgisi, Yaradan tarafından annelere verilen mucize. İkbale’nin annesi gibi bundan nasibini alamayan anneler maalesef yok değil. Erken yaş evliliği yaşayan kimi anneler, çocuklarına karşı göstermeleri gereken şefkatten yoksun olabiliyor. Bu da annenin evliliğindeki travmalardan kaynaklanıyor ve belki onun annelik güdüsünden mahrum oluşu bir bakıma yaşadıklarına bağlanabilir ancak bu olumsuzlukların zincirlenmesi yaşamların yara almasına sebep oluyor. İkbale ise erken yaş evliliğindeki travmalarını, evlat şefkatiyle bastırabilmiş. Yaşadıklarına kader denirse, buna razı olurken çocuklarının yaşamlarını kurtarabilmek için mücadele etmiş. Bu azim ve kararlılığa saygı duymak ve bundan ders almak lazım. Yaşananları tamamen realist biryaklaşımla ele aldığımdan, anlatım beni zorlamadı ancak yaşam örgüsünü anılarla birleştirmede elden geldiğince titiz davranmaya çalıştım.
Karanlıklara aydınlık gerek, ışık gerek bu topluma...
- Bilinçsizce erken evlendirilen çocukların acı hikayeleri ülkemizde neden son bulmuyor? Bunun son bulması için bizler ne yapmalıyız?
Cehalet kör bir karanlık Eylül Hanım. Toplumsal gelişimini tamamlayamamış kapalı toplumlarda maalesef benzer sorunlar yaşanmakta. Çözümü toplumsal eğitim. Örfe, töreye dayandırdığımız insan onuruyla bağdaşmayan kimi dogmaları kafamızdan kovmadıkça aydınlığa ulaşabilmemiz mümkün değil. Kişi bilmediğinin cahilidir. Okumak bunun için önemlidir, kişi hakkını bilmek aydın ve egodan uzaklaştırılabilmiş gönüllerin işidir. Yüce Atatürk diyor ki Eylül Hanım: “Eğitimdir ki bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı, yüce bir toplum hâlinde yaşatır ya da yoksulluk ve köleliğe terk eder.” Bilinçli, aydın bir toplum olmanın yolu okumaktan geçiyor ve aydınlandığı ölçüde çevresini, toplumunu aydınlatmaktan. Bize düşen toplumsal bir ur olan bu ve benzeri yaraları sarabilmek için kılavuz olmaktır. Aydın insanların meşalelerini eline alması, sivil toplum örgütlerinin karanlıklarda bu meşaleleri yakması lazım.
Görünmeyen kadınlar vardır bu memlekette. Elinde oyuncak bebeği ile kocaya sunulan çocuk kadınlar. Çocukluğu çalınmış, yaşamı prangalınmış evcilik oynama yaşında omuzlarına dünyanın yükü verilmiş kadın çocuklar...
- İkbale’nin acı hayatını yaşayan sayısız kadın için, Türkiye ’nin görünmeyen kadınları diyebilir miyiz?
Aslında dün görünmeyenler bugün için görünüyorlar. Toplum bu gerçekleri görüyor ama karanlıkta kalmakta ısrar eden bir kesim var ki asıl o kesimin gözünü açmak gerekiyor. Ben Türk toplumunun bu ve benzeri ketleri ortadan kaldıracağına inananlardanım. İnanç, bu yolda kararlılıkla yürümeyi, güne çıkmayı gerçekleştirmeyi beraberinde getirecektir.
- Eğitimin öneminden bahsedecek olursak, yıllarını eğitime adamış olan bir öğretmen olarak neler söylemek istersiniz?
Hayatın her adımında yeni şeyler öğreniyor insan. Öğrendiğini kendine saklayan, kafasında hapseden insanın başkalarına yararı olduğundan söz etmemiz mümkün mü? Oysa öğrenileni, deneyimi, aydın düşünceleri paylaşmalı insan. Zira bilgi paylaşıldıkça çoğalıyor, değerleniyor ve ulaştığı ölçüde topluma doğruları gösteriyor. Konfüçyüs’ten bir alıntı yapalım. Diyor ki: “Bende bir
elma, sende bir elma. Ben sana bir elma verirsem, sen sana bir elma verirsen bende bir elma, sende bir elma olur. Bende bir bilgi, sende bir bilgi. Ben sana bir bilgi verirsem, sen bana bir bilgi verirsen bende iki bilgi, sende iki bilgi olur.” Toplumsal aydınlanma da ancak bu şekilde gerçekleşir. Hurafenin, yanlış dogmaların, cehaletin önüne ancak toplumsal bilinci ikame etmekle set çekilir. Bu açıdan biz öğretmenlere, eğitimcilere büyük sorumluluk düşüyor.
Peki bu çocukların vebali kimin boynuna diyelim? Kader mi, coğrafya mı, cehalet mi, menfaat mi? Söyler misiniz bana, kim ödeyecek bu veballeri?
- Çocuk yaşta evlendirilen çocuklarımıza, yıllar geçtikten sonra onun da kaderi buymuş diyerek kılıf ören zihniyetler var. Ben tabii buna karşıyım. Çocuk yaşta, henüz kimliği oturmamış, hatta kemik yaşı bile büyümemiş bir çocuktan zorlamayla evlendirilmesine karşı çıkmalarını bekleyemeyiz. Bunun adına da kader demek ayıp olur diye düşünüyorum. Buradaki menfaat ve çıkarları kitabınızda açık açık yazmışsınız ama Göktürk Dergisi okuyucularımız için sormakistiyorum: Bunun adına kader diyebilir miyiz hocam?
Her şeyi kadere bağlamak fatalist düşünce. İnsanı yaptıklarından sorumlu kılmayan tembellik aşısı. Suçluluğuna kader diyerek masumiyet kazandırmanın kolay yolu. Akıl ve iradeyi dışlayan, kendini aklayan marazi bir anlayış. Çocuk gelinler, kararı verenlere itiraz edecek, isyan edecek yaşta ve olgunlukta olmayabilir ve onlar için böyle bir durumu kader masumiyetiyle açıklayabiliriz, ancak çocuk geline karar verenler için aynı anlayışta olmak yani bu durumu kaderle açıklamak doğru değildir, abestir, karar verenleri aklamaktır. Sizin de söylediğiniz gibi, ebeveynlerin menfaatleri uğruna, henüz kemik yaşı dahi evliliğe hazır hâle gelmemiş kız çocuklarını evlendirerek onların hayatlarını mahvetmelerine “bu, onun kaderi” diyemeyiz. Bunun adı vebaldir ve cehaletin bir başka yüzüdür.
- Ailelerimize, gençlerimize ve çocuklarımıza vermek istediğiniz en önemli mesaj nedir?
Bilgi çağında yaşıyoruz ve onu elde edebilmenin yolu okumak, okumaktır. İnsanın kültürel kişiliğinin oluşmasında en temel ihtiyaç olan okuma alışkanlığını çocuklarımıza küçük yaşlarda kazandıralım. Bilelim ki çocuklarımıza yapacağımız en önemli iyilik bu.
Yeni İkbal’leler çoğalmasın. Çocuktan çocuk doğmaz, çünkü çocuktan anne olmaz!
- İkbale kitabını yazarken en büyük hedefiniz neydi? Ve bu kitabı okuyanlardan aldığınız geri dönüşler ne yönde oldu hocam?
Erken yaş evliliğinin sakıncaları konusunda toplumda farkındalık oluşturmak amacıyla yola çıkmıştım Eylül Hanım. Kardeş sevgisi, anne kıymeti… Karşılaşabileceğimiz her zorlukta yegâne dayanağımızın aile olduğu gerçeği de romanda belirginleşiyor. Bu gerçeklerin anlatıldığı İkbele’yi okuyan dostlarımdan aldığım dönütler, mesajların sade, akıcı bir anlatımla hedefine ulaştığını gösteriyor. Ancak takdir edersiniz ki, kitabın etkisi yayıldığı alanla orantılı. Ben okuyarak
beğendiğim kitapları öğrencilerime, arkadaşlarıma, dostlarıma hep tavsiye etmişimdir. Bu röportaj vesilesiyle İkbale ’yi okuyan ve evet, ülkemizin bu yarasına merhem olabilecek bir kitap, değerlendirmesinde bulunan her okurumdan da bunu bekliyorum. Sizin yaptığınız ve benim için, çocuk gelin gerçekliği için önemli bir katkı olduğunu bildiğim bu röportaj için de size ve Göktürk Dergisi camiasına teşekkürlerimi sunuyorum.
- İkinci kitap için hazırlığınız var mı?
İkinci kitabımın yazım aşaması bitti, ince eleyip sık dokuyan biriyim galiba ki kitabı ikinci kez okumaya başladım. İmlâ olsun cümle yapıları olsun gözden kaçan hatalar var mı diye eleştirel okumaya çabalıyorum. Romanda millî eğitim müdürlüğü dönemimdeki anılarımdan hareketle toplumsal bir başarının elde edilmesinde adalet, liyakat ve ortak akıl referanslarının olmazsa olmaz olduğunu anlattım. Umarım başarılı olmuşumdur.
Böylesine kıymetli bir kitabı bizlerle buluşturduğu ve Göktürk Dergisine vermiş olduğu röportaj için değerli yazarımız Recep Yiğit’e sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.
Ve son olarak şu sözleri eklemek istiyorum:
“Unutmayın ki bu hayatta çocukla çocuk olmak diye bir şey yok. Ya çocuk olmak var ya da yok! ”
Göktürk Dergisi ailesine sevgi ve saygılarımla ...