CANİ

      Yıl 2020, tarih yaprakları; caniliği gösteriyor. Bazı çocukların oyun oynamaktan gözleri kanarken; aynı yaşta başka bir çocuk: Ablası Zehra, yutabilsin diye ilaçlarını mutfak zemininde çekiçle eziyor. Küçücük elleriyle ablasına çare olmak istiyor. Diğer kardeşi bir başka ilacını enjekte ediyor. Annesinin gözlerinde yaş dinmiyor. Ağabeyi ise çalışmak zorunda!

      Zehra niye mi o halde? Öz babası kabloyla, oklavayla ve bıçakla dövdüğü için. Zehra 14 yaşında cani dediği babanın esareti altında, yeni başladığı hayatın ızdırabını yaşıyor. “Anne kurtar beni!” çığlığı yankılanıyor. İki artı bir evin duvarlarında. Ağlayıp yalvarırken; başından akan kanları gördükçe, korkusu artıyor.

       Duvarlara sıçrayan kanlar, beş çocuğun ve annenin hafızalarına çakılıyor. O anlar hiç bitmeyecek gibi yıllara dönüşüyor. Zehra küçücük elleriyle hayata tutunmaya çalıştıkça baba dediği illetle yokluğa itiliyor. Herkes duyuyor. Ama herkes susuyor. Sonra da bu hayattan adil olunması bekleniyor. Kaç Zehra istiyorsunuz, daha ne kadar kan dökülmeli? Kaç hayat yitip gitmeli ki gözlerimizi açmamıza yetsin?

      Acıyoruz, üzülüyoruz. Pekiyi ya sonra; geçip gidiyorlar hayatlarımızdan. Öfkenin, kinin ve nefretin kurbanı yine uzaklarda değil bir oda uzağında. Ve adı baba. Ama ne baba tam bir mahlukat. Annesi perişan. Yedi kat yabancının el uzattığına; canı, cananı niye dil uzatır?

       Ve yıl 2020 tüm gözyaşları sanki şimdilerde akmak için birikmişti. Zehra ağlayamıyordu ama dilinde ki iki hece “cani” evet o bir cani. Kanla yıkanan: Eli, ayağı kir ve pas içinde bir cani! Anlatırken bile insanın gözündeki yaş dinmezken; Zehra nasıl dayandın bu çaresizliğe?

      Hayat çok enteresan sadece üç ay önce yanımda oturuyordu bu güzel kız. O kadar zayıftı ki; parmakları incecikti. İnsan dokunmaya kıyamaz ki! Nasıl vursun?  Sadece üç ay önce ellerinden çay içtiğim kız, bugün ellerimden kaşıkla su içerken içimdeki feryattan habersiz. O suyu yudumlarken ben, içime çektiğim nefeste boğuldum. O yanında olmama mutlu olurken, ben kendime kızgındım. Belki bir şey yapabilirdim.

      Ben kablo izlerini görürken bile acı çektim. O nasıl dayandı? Çaresizlik başka bir şey, sesini duyuramamak. Buna rağmen boğazın yırtılırcasına haykırmak. “Yaşayan bilir” derler ya hani, yaşadım biliyorum. Bitmeyecek diyorsunuz. Deli gibi kurtulmak istiyorsunuz. Ama bir yenisi ekleniyor. Her bir darbe sadece bedeninize inmiyor o anlarda; yüreğinize, ruhunuza, bilinç altınıza işleniyor. Acısı öylesine derin ki tahmin bile edemezsiniz.

      Acı için, “Acı nerdeyse canın ordadır” denir ya hani tam da öyle kaç yaşına gelirseniz gelin aynı yerden sızlar. Kırılan kolunuz, bacağınız gibidir. Her soğuk hava da ince ince sızlar. Aynı anları anımsatır. Anımsattıkça güven duygunuzu alır elinizden. Size çok görmüşlerdir: Mutluluğu!

      Zehra ayağa kalkar mı? Bilmiyorum. Ama inanın çok istiyorum. Yürüsün, koşsun, gülsün, mutlu olsun. Onu bu çaresizliğe iten herkesin onun ellerinden aynı çay bardağından, aynı kaşıkla; su içsin istiyorum. Sizce de hak etmediler mi? Tüm yaptıklarını; yaşamayı hak etmediler mi? Adaletin tecelli edip bu ve buna benzer canilerin cezalarını çekmesi dileğiyle.