Herkese merhabalar
Pandemi gerginliği ile bu Yaz biraz spontan olmakla birlikte 3 kısa kaçış yaşadığım Çanakkale’de geçti diyebilirim.
Sizlere bu sayıda en son yaptığım yolculuk Gökçeada’dan bahsedeceğim.
Cennet güzellikte ki ülkemizde az sayıda görmediğim bölge var ve Gökçeada bunlardan biriydi. Bir turlu zamanlama olarak denk getirememiştim. Nihayet bu yaz
kısmet oldu da iyi ki de görebilmişim dedim…
Neden mi?
- Ülkemizin en batı ucu ve en büyük adamız (Bozcaada’dan 8 kat daha büyük),
- İlk ve tek su altı milli parkımız burada,
- Sınırları içinde Havalimanı ve Volkanik bir dağı var,
- Ada halkının ve kuşların tuz ihtiyacını gideren bir Tuz gölü var,
- Ülkemizin önde gelen sörf merkezlerinden biri,
- Homeros un İlyada destanında İmroz olarak adı bir çok yerde geçer,
- Dünyada 300 milyon Ortodoks Hristiyan’ın ruhani lideri olan Patrik 1.Bartholomeos Zeytinliköy’de doğmuş..
Bence meraklandınız artık gezmeye başlayalım :)
Gökçeada (İmroz) Denizler Tanrısı olan Poseidon’un adası olarak bilinir ve adanın eski ismi olan İmroz’un kelime anlamı Yüce Ana Tanrıça anlamına gelen Imaura kelimesinden türetildiği düşünülür.
Ada’ya İstanbul’dan TEM otoyolu üzerinden Tekirdağ Keşan Gelibolu Eceabat istikametinde ilerleyerek Gökçeada feribotunun kalktığı Kabatepe Limanın’dan ulaşılıyor.
Gökçeada Türkiye’nin en büyük adası ve en batı ucunda yer aldığı için ‘güneşin en son battığı yer’ olma ünvanına sahip. Köyler, zamanında korsan saldırılarından korunmak için yüksek tepelere
ve denizden uzak bölgelere kurulduğundan, yüz ölçümü büyük olan bu yerde gezinirken Ada’da olduğunuzu unutuyorsunuz.
Ada içinde kendi aracınız ya da araç kiralama ile yolculuk yapmanızı öneririm Zira alan çok büyük ve köy- ler arası mesafelerde yaya yol almak ya da toplu ulaşım mümkün değil.
Ada’da merkez dışında 10 tane köy var. Bunlardan Bademli, Zeytinli, Tepeköy ve Dereköy kentsel sit alanı ilan edilerek koruma altına alınmış Rum köyleri. Sadece Kaleköy koruma kapsamı altına alınmamış ve diğerlerinden farklı olarak günümüzde hiç Rum nüfusunun olmadığı tek köy.
Tüm köyleri gezemedim ancak gezdiklerim arasında Zeytinliköy beni benden aldı. Ne olacak bu taş toprak ve yaşanmışlık merakım hiç bilmiyorum.
Rum mimarisi taş evleri, birbirinden şirin kafeleri, her yandan fışkıran rengarenk çiçekleriyle insani büyüleyen bir film platosu gibi Ada. Her köşeyi hafızama kaydetmek ister gibi sakince izledim ve tabii fotoğraf çekmelere doyamadım.
Ada’nın en eski kilisesi Agios Georgios da Zeytinliköy’de.
Köylerin çoğunda taş kaplı yollar, kahveler, kiliseler, Osmanlı döneminden kalma çamaşırhaneler hala sağlam, görülebilir.
Köyler arası yolculuk yaparken
Ada’nın genelinde yapılar taş olmasına rağmen içinize huzur veren bir yeşilliğe şahit oluyorsunuz.
Çünkü her yer zeytinlik.. Zeytin ağacı ve onun nimetleri Ada’nın yüzyıllar öncesinden gelen ve hala yaşatılan değerleri. 300-400 senelik zeytin ağaçlarını gezinirken görmek mümkün.
Gökçeada tabiattan yana şanslı.
Denizi, ülkemizin en temiz denizlerinden biri. Yüzmek, dalış yapmak ve sörf için çok ideal. Rüzgarlı iklimi sayesinde sadece Türkiye’nin değil dünyanın önde gelen sörf merkezlerinden biri sayılıyormuş.
Özellikle Windsurf ve Kitesurf’e yeni başlayanlar için ilkbahar aylarında Tuz Gölü ideal bir pratik yapma yeri.
7 tane plajı olan Ada’nın en bilindik ve tercih edilen plajı Aydıncık. Aydıncık ve Kefaloz planlarının hemen ortasında ise Tuz Gölü yer alıyor. Ben göremedim ama Sonbaharda yağmurlarla birlikte dolmaya başlayan göl flamingoların ziyaretiyle muhteşem bir görsel şölen oluşturuyormuş. Yeniden gelmek için sebep listeme yazdım bu detayı.
Çok sayıda su kuşu türüne ev sahip- liği yapan gölden çıkan siyah çamur bazı hastalıklara iyi geldiği düşünüle- rek turistler tarafından vücuda sürülü- yormuş. Yapılan analizlerde ise, içeri- sinde bol miktarda kükürde rastlanmış olup çamur kürü tedavisi yapıldığında, romatizma, sedef, kireçlenme gibi has- talıklara iyi geldiği görülmüş.
Adada yoğun olarak keçi ve koyun yetiştiriciliği yapılıyor. Ama diğer yerlerden farklı olarak serbest
hayvancılığın köklü bir gelenek olduğu Ada’da hayvanlar, çobansız ve özgür bir şekilde otluyor. Bu hayvanlardan çok lezzetli ve organik diyebileceğimiz kırmızı et elde ediliyor. O yüzden adanın et yemeklerine doyum olmuyor.
Veee sonuç…
Hala keşfetmeyen varsa İstanbul’a çok yakın olan Gökçeada’ya yolunuzu düşürüp ara sokaklarında kaybolmanızı,
Köy meydanında; bademli kurabiye, minik kafelerinde; dibek kahvesi içmenizi,
Ara sokaklarında dolaşırken yüzyıllar öncesinden kalan arnavut kaldırımlı yolları, evleri, kiliseleri büyülenerek izlemenizi,
Kaleköy Poseidon Restaurant’a gün batımını izlemenizi öneririm.
Yeni gezilerde buluşmak dileği ile
Sağlıcakla kalın