AŞK

Aşk üzerine yazılmış sayısız kitap, çekilen filmler, söylenen sözler, şarkılar... Hiç biri en güzeli değil daha. Anlatılmamış, keşfedilmemiş kim bilir daha neler var. Yaşayıp adını koyamadığımız ya da aşk zannettiğimiz, parlak bir su gibi önümüzde duran ama içine dalınca aşağıya çekildiğimiz duygular... Aşkın yaşı yoktur ve aşk yorgunluğu elbette her yaşta vardır... Hayal kırıklığı, nefret, yıpranma ... Tekrar tekrar bir kısır döngü gibi yaşadığımız ilişkiler. Bunun suçu biz de mi yoksa bir yerlerde tanımlarımı karıştırıyoruz? Çok talihsiziz belki de. Bu kadar güzel duygular neden hep üzüntüyle gelir. Aşkın bedeli mi yoksa?

İlişki yaşadığımız insanları hayatımıza alırken aslında onlara daha başından haberdar olmadıkları bir yük yükleriz. Hayatımızda yolunda gitmeyen ne varsa karşısına ilişkimizi koyarız. Bütün yaralarımızın sarılmasını, bütün acılarımızın dinmesini bekleriz. Dünyaya gelme amacımız tamamlanmıştır artık. Bütün dünyamızı o kanala çeviririz. Alanlarımızı yok ederiz.

Bize ait bizi tanımlayan her cümlenin başına önce ilişkimizi sıkıştırırız. Kafamızda kurduğumuz bir eve cansız bebek gibi hayatımıza aldığımız kişiyi oturturuz. Orayı sevmesini o evi benimseyip her gün bakmasını isteriz. Duvar boyalarını bile bizim seçtiğimiz o evde partnerimize sormadan onun için çiçekler dikeriz. Tarafsız bir pencereden bakamayız. Olduğu gibi kabul etmekten ziyade evimize uymayan bütün parçaları değiştirtiriz. Ya da öyle olacağını sanarız.

Bizi dünyanın en değerli, en vazgeçilmez kişisi olduğuna inandırmasını bekleriz. Aslında biz karşıdaki kişiyle değil de kendimizle ilişki yaşarız. Bunun böyle olduğunu da hiç fark etmeyiz. İşler böyle yürümüyor ne yazık ki! Hayal kırıklığı kaçınılmaz oluyor. Kendimizi bütün ışıkların altında bir anda yalnız buluyoruz. Beklentilerimiz ilişkilerimizin önüne geçtikçe de bu böyle sürüp gider. Yaşadığımız aşk değil de bizim kafamızın içindeki dipsiz kuyular, hayal dünyamızdaki tanımlar, olmak istediğimiz kişi, yaşamak istediğimiz hayat...

İnsanın kendine bile anlam veremediği tanıyamadığı bu dünyada birini de tanımak ne kadar mümkün o da ayrı bir soru işareti? Belki de dışarıdaki yansımalarımızı doğru takip etmek gerekiyor. Etiket koymak için acele etmemek gerekiyor. Kendimizi olmak istediğimiz kişi olarak görürsek ve asıl "ben" e ulaşamazsak yaşadığımız her ilişki de bizim olmayacaktır ne yazık ki. İşin aslı kendimize dürüst olmaktan geçiyor. En önemlisi de kendini kabul edip sevmekten... "Ben buyum ve bu halimi seviyorum. Kimse beni kabul etmek zorunda değil. Bu benim yaralarım, benim mutluluklarım ve benim hikayem." Buna inanmak ve bu cümleyi yaşamaktır esas olan. Sonrası bütün sahiciliğiyle önünüze serilir. Eksik olduğunuz yerlerde sizi kapatacak ya da hayata karşı çelik yeleğiniz olacak bir ilişkiden, yolunuzu yürürken yanınızda birbirinizi tüketmeyen, besleyen ve güçlenen, her an kendinizle birlikte başka bir dünyayı keşfettiğiniz, merak etiğiniz, ezbere yaşamadığınız bir ilişki olur.

Aciz bir ilişki gözünüzü kapattıkça sizden çalar. Gözünüzü açın ve gerçeklerle göz göze gelin. Hayatın başka türlü renkleri olduğunu göreceksiniz...