Yepyeni bir yıl. Süslenen çam ağaçları, tutulan
dilekler, yok olmanın eşiğinde de olsa yeşeren
umutlar. Yeni yıl ağacının üzerinde yanıp sönen
ışıklar misali belli aralıklarla topluma pompalanan
korku, dehşet. Sokakta yürümekten korku,
düşüncelerini ifade etmekten korku, bu düzen
böyle devam ederse yarın karnımız doyacak mı korkusu,
savaş kapıya dayandı endişesi ve daha nicesi.
İkinci asırına girdiğimiz cumhuriyet ve hukuk
devleti; çam ağacının üzerindeki süsler misali
sallanıyor. Yanıp sönen ışıkların ambiyansı, çıkmaz
sokağın dibindeki bir gece kulübü misali yargının
özeti. Dosyadan dosyaya, tarafların amca, dayı
sayısına oranla renk değiştiren kararlar.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 153.
maddesinin son fıkrası gayet açıktır. Bu maddeye
göre, “Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazete
‘de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı
organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel
kişileri bağlar.” Ancak geride bıraktığımız göçük
yılda yoruma kapalı, apaçık anayasa maddesinin
yok sayıldığına şahitlik ettik hep birlikte. Trajedinin
işlendiği bir komedi filmini izlercesine izledik
yargının çöküşünü.
Adliye koridorları keyfe keder geç başlatılan
duruşmalarla, tüm deliller toplanmış olmasına
rağmen bir türlü iddianamesi hazırlanmayan
soruşturmalarla, içtihatla taban tabana zıt hükümlerle
kaynadı ardımızda kalan yılda.
Şüpheli kalan, bir türlü aydınlatılmayan ölümlerle
birlikte önceki yıllardan farklı olarak günde
ortalama iki kadın katledilmiş oldu ülkede. Çok
abartıyoruz değil mi?
Kadın cinayetleri, kadına şiddet, şiddete
dur de... Dırdırcı yanımızdan ötürü sürekli dile
getiriyoruz kadına, çocuğa şiddete son diye. Zaten
ölen kadınlar hak etmemiş miydi katledilmeyi?
Kadın başına gidip kocana boşanma davası açmak
senin neyine? Bir de tutturup çocukların velayetini
istemek ne haddine. Kız başına giydiğin o etekle
yürürsen yolda sevgilin seni vurmasın da ne yapsın?
Kıpkırmızı rujla binersen metroya suç, tahrik olan
amcada mı? Her gün yaşanan sayısız tacizin
son bulmasını istiyorsan çığırtkanlığı bırak, kır
dizini otur evinde. Kadın ne anlar işten, ticaretten,
hukuktan, siyasetten. Demle çayını, yap kurabiyeni,
otur örgünü ör. Okul servisinde, yurtta, oyun
bahçesinde, evinde istismara uğrayan çocuklar da
neden o kadar sevimliler? Kız çocuklarının okulda
işi ne? İstismara uğrayan erkek çocuklar... Sahi
onlar erkek. Yoksa tüm bu ahlaksızlığın, adaletsizliğin,
mutsuzluğun sebebi kadınlar değil mi?
Fırtınayla ayaza uyandığımız şu günlerde
içimizi ürperten ayaz değil de şahit olduklarımız
mı yoksa?
Masallardan siyah pelerini ve kırmızı gözleri,
iri dişleri ile tanıdığımız şeytan insan bedenlerinde
dolanıyor mu ortalıkta?
Bu yeni yılda kaç torba yasa meclisten geçer,
hangi kanunda ne değişiklik yapılır ve bizler her
gün değişen mevzuatı nasıl takip ederiz meçhul.
Uykudayken hangi uluslararası sözleşmeden
dönülür meçhul. Vatandaş katlanarak artan yargı
giderleri ve yıllarca sağlanamayan adalet karşısında
nasıl bir yol izler meçhul. Askıda ekmekle, soğukta
evsizler için açılan spor tesisleri ile, okula aç giden
çocuklarla daha kaç kez güneş doğar meçhul.
Tek bir gerçek var ki evren kusursuz yaratıldı.
Tarih çürüyen ve yok olan, ardından tekrar var olan
insanlığın şahidi.
Sayısızca insan açken, kırk haramilik
meşrulaşmışken; eşitsizlik, şiddet, istismar normalleşmişken
bu düzenin yok olmaya mahkûm
olduğu ortada. Değişim, dönüşüm şart.
Dönüşümünü tamamlamış insanlarla yepyeni
yarınlara uyanma ümidiyle...